
Turkish Stories for Turkish Learners
By following these podcasts, you can improve your Turkish language. Equip your headphones and listen to these podcasts in your free time, even while walking, sleeping, driving, cycling, and more. These podcasts will be beneficial in your understanding of the Turkish language. We advise all who learned Turkish at the basic level.
Episodes

Thursday Sep 01, 2022
Gözyaşı / Refik Halit KARAY / Turkish Stories C1
Thursday Sep 01, 2022
Thursday Sep 01, 2022
Gözyaşı
Turkish Stories for Turkish Learners
Yeni tuttuğu hizmetçi kadına dedi ki:
- Dilin Anadolu'ya benziyor. Rumelili misin sen?
- Erfiçe köylerindenim. Alnımın yazısı imiş, buralara düştüm. Anlıyor ki, vaktiyle sarışın imiş, mavi gözlü imiş. Şimdi saçları küçük aktar dükkânı bebeklerinin ne kıla, ne de ota benzeyen, dokunsanız hışırdayacağını sandığınız cansız, kuru, soluk rengini, şeklini almış. Gözleri eski şekerlenmiş şuruplar kadar donuk, fersiz, katı, suyu çekilmiş... Dibe çökmüş bir gam tortusu. Bu kadar kuru, kabuğa benzeyen göze hiç rastlamamıştı. Belli ki bu kadın akşam vakti, onun zevkini kaçıracak içinden:
- Bir başkasını bulunca savarım, dedi.
Fakat hikâyesini dinledikten sonra savamadı:
Balkan savaşı çıkınca, sınıra çok yakın olan köyde, bir akşamüstü şu korku yayılmış: Düşman geliyor!
Bu gelen, o zamanki düşman, din ve ırz düşmanıdır da... Erkekleri süngüleyecek ve kadınları kirletecek. Bütün köy halkı mal mülk ne varsa bırakıp kaçmaya karar veriyor; bir anda at, öküz, araba... kaçmak için ne varsa hepsi hazır oluyor.
Dul Ayşe de hazırdır; bir atın üstündedir. Terkisinde beş yaşındaki oğlu, belinden sımsıkı sarılmış, önünde üç yaşındaki kızı bir kuşakla dizlerinden eğere bağlı, kucağında bir yaşına basmayan yavrusu uykuda...
Tepelerden, ara vermeyen, soluk aldırmayan bir yağmur iniyor, kış başlangıcı yağmuru... Bilmiyorlar ki bu böylece sürerse ovayı su basacaktır; çaylar kabaracak, nehirler taşacak, köprüler çökecek, yol iz kalmayacaktır. Islak gece içerisinde, sırılsıklam bir kafile. Kimi yaya, kimi atla koşuyor, kaçıyor.
Öndeki ümit, ordumuza yetişmek; arkadaki korku, düşman ordularına çiğnenmek.
Öne bakıyorlar: Çamur, yağmur, karanlık... Şimşek bile çakmayan koyu, değişmez bir karanlık. Arkaya bakıyorlar: Yine öyle bataklıklar, su tabakaları, gece... Dinliyorlar: Uzaklarda kabaran derenin yüklü uğultusu ve yakınlarda çamura batıp çıkan ayakların boğuk hışırtısı...
Ayşe, beline dolanan ufak kolların ara sıra gevşediğini duyuyor.
- Uyuma Ali, diyor, uyuma!
Önündeki baş yavaş yavaş dikliğini kaybediyor, dizine doğru eğiliyor:
-Uyuma Eminem, diyor, uyuma!
Sonra kucağında kıpırdanmalar başlayıp hafif ağlamalar işitince:
-Uyu ciğerim, diyor, uyu Osmanım!
At ikide bir sürçüyor, kapanıyor, soluyor, kendisini toparlıyor; gömülüyor, yine silkiniyor, yine ilerlemeye çabalıyor. O, yaşlı, romatizmalı bir beygirdir. Toprak ise gittikçe vıcık bir hâle gelmektedir. Yağmur kesilmek bilmediğinden saplanıp kalmaları veya taşan bir ırmağın akıntısına kapılarak boğulmaları ihtimali çoğalıyor.
Ayşe, yavrularına sarılarak ölmeyi, artık atın ve kendisinin güçsüzlüğüne bakarak fena bulmaktadır. İçindeki en dehşetli korku şimdi bu- dur: Atından ayrılarak üç canlı yükü ile beraber kalmak.
Sonunda bu oluyor.
Önce çöken, sonra da başını uzatıp yan üstü uzanan, bir türlü ayağa kalkamayan attan iniyorlar; çarçabuk iniyorlar, zira durmadan ilerleyen felâketin büyüklüğünden ayrı düşmek Ayşe'ye hepsinden daha korkunç geliyor.
Fakat geride kaldığını anlayıp bir müddet yürüyünce artık kendinde bu üç çocuğu birden taşımak, sürüklemek imkânı kalmadığını görüyor. Hem koşuyor, hem düşünüyor: ikisini olsun kurtarmak için birini feda etmek, hafifletmek gerekir.
Hangisini?
Ayşe, yanında diz kapaklarına kadar çamurlara bata çıka yürümeye çalışan Ali'nin mini mini elini bırakmak istemiyor. Boynuna dolanan mecalsiz kolları da çözmeye cesareti yoktur. Kucağındaki ıslak, hareketsiz, sessiz bohça ona zaten cansız gibi görünüyor. Belki kendiliğinden, soğuktan, sudan, havasızlıktan, ezilmekten ölmüştür. Ananın bir ümidi budur:
Yaşamadığını anlayarak, azapsız, kundağı bir tarafa en az çamurlu, en batak yere bırakıvermek...
Bütün o kıyamet içerisinde, elinden tuttuğunu ve omuzlarında taşıdığını sürüklerken kucağındakine eğiliyor, dinliyor... Ses işitmemek, hareket duymamak ümidiyle dinliyor ve yavrusunun kısık kısık, ılık ılık ağladığını duyuyor, "eyvah!" diyor.
Bu sırada, ilerleyen kafile, selin batıra çıkara, vura çarpa sürüklediği bir enkazdan başka bir şey değildir. Karanlığın içerisinde, düşerek çamurlara gömülenler, üstüne basılarak ezilenler çoktur. Ayşe, hâlâ yükünü atmaya razı olamıyor. Yüzü ve vücudu belki de, yağmurdan fazla döktüğü soğuk terle ıslanmıştır. Soluk soluğadır. Dizlerinde, ayaklarını çamurdan çekebilecek kuvvet gittikçe azalıyor. Kollarında ve boynunda öyle bir kesiklik, bir uyuşma, bir karıncalanma, nihayet bir duymayış var ki... Gözlerini kapıyor, sol kolunun açılıp yükünü kendiliğinden bıraktığını ancak yarı anlayabiliyor:
Şimdi göğsünün üstünde başka bir yük, daha ağır fakat daha sıcak, daha canlı, soluyan ve sarılan birini hissediyor: Ali, gemi azıya almış, bir atın arkasından, üzengiye takılı çekilen bir ceset gibiydi, yürümüyordu, yüzükoyun, elinden anasına bağlı sürükleniyordu. İşte o şimdi, bağrının üzerindedir. Uzun bir hasretten sonra birbirlerine kavuşmuşlar gibi sokuluyorlar, belki seviniyorlar. Kaçma, hâlâ devam ediyor, yağmur ve çamur da beraber ...
Böyle birkaç saat mi, yoksa birkaç dakika mı yine koşuyorlar; koşuyoruz sanıyorlar. Ayşe tükeniyor, demin yolda bıraktıkları at gibi, yere uzanıvereceğini anlayarak, haykırmaya çalışıyor. Birini imdadına çağırmak istiyordu. Yine koşuyor ve birden, acayip bir hafiflik, bir canlılık duyuyordu, ileriye hamle atıyor.
Neden sonra anlıyor ki boynundan sarılan zayıf, ufak kollar artık yoktur: Emine de dökülmüştür.
-Çık sırtıma Ali, diyor, iyice sarıl, sıkı sarıl, sakın gevşeme!
Ve böyle, kanının son ateşini yakarak, kayıp düşerek, yine kalkarak, yine yuvarlanarak yağmur, ter, gözyaşı yüzünü yıkaya yıkaya, mola vermeden yürüyor. Ali'sini kurtarmış olmak sevinciyle, öbür felâketlere katlanıp ümit içerisinde yürüyor, kafileye yetişiyor önüne geçiyor. Seher vakti ay yıldızlı bir ıslak bayrak çekili küçük bir kasabaya varıyor. Yükünü bir cephane sandığının üstüne indiriyor:
Kurtulduk Ali, diyor. Kalk Ali!
Ali kalkmıyor, kımıldamıyor. Ayşe saatlerden beri bir ceset taşıdığını anlamıyor, anlamak istemiyor, hâlâ:
-Kalk Ali, kurtulduk Ali, diyor, gülümsüyor, sürekli geceki yağmur gibi dökülen coşkun gözyaşları içerisinde gülümsüyor...
Hizmetçi donuk, fersiz, katı, suyu çekilmiş kuru böcek kabuğu gözlerini işaret etti:
-Bey, dedi, işte o günden beri ben, ağlamak istesem de ağlayamam. Bilmem ki neden, gözlerimden yaş gelmiyor.
Refik Halit KARAY

Monday Aug 29, 2022
Anne Çocuk Diyaloğu / Turkish Stories A1
Monday Aug 29, 2022
Monday Aug 29, 2022
Anne Çocuk Diyaloğu
Ayten Hanım : Hoş geldin, oğlum.
Burak : Hoş bulduk, anne.
Ayten Hanım : Niçin bu kadar geç kaldın? Vakit çok geç oldu!
Burak : Yarınki basketbol maçı için antrenman yaptık.
Ayten Hanım : Yarınki maç önemli mi?
Burak : Çok önemli. Yarınki maçta okul şampiyonu belli olacak.
Ayten Hanım : Spor yapmak çok güzel. Ama derslerine de çalış.
Burak : Tabi, anne. Derslerime çalışıyorum.
Anneciğim, akşam yemekte ne var?
Ayten Hanım : Mercimek çorbası, taze fasulye ve pilav.
Burak : Çok güzel, bu akşam iyi yemeli ve erkenden yatmalıyım.
Ayten Hanım : Maçtan önce bal yemelisin. Bal sana güç verir. Ayrıca sabah kahvaltısını da iyi yapmalısın.
Burak : Kahvaltıda yumurta, peynir, tereyağı ve zeytin yiyeceğim.
Çay yerine süt içeceğim.
Ayten Hanım : Aferin, beslenmene çok dikkat ediyorsun.
Burak : Maçı kazanmamız için güçlü olmamız gerekir. Bütün arkadaşlarım beslenmelerine, uykularına dikkat ediyorlar. Bu maçı mutlaka kazanacağız.
Ayten Hanım : Bol bol C vitamini almalısın. Bunun için portakal, mandalina gibi meyveler yemelisin. Böylece kasların güçlenir.
Burak : C vitamini soğuk algınlığına da iyi gelmez mi?
Ayten Hanım : Her ikisine de iyi gelir.
Burak : Çok iyi. Ben zaten portakal ve mandalinayı çok seviyorum.
Ayten Hanım : Bu akşam ödevin var mı?
Burak : Evet anne, ödevimi yaptıktan sonra yatacağım.

Friday Aug 26, 2022
Semaver / Sait Faik Abasıyanık / Turkish Stories C1
Friday Aug 26, 2022
Friday Aug 26, 2022
Semaver
Turkish Stories for Turkish Learners
Ali, nihayet uyandı. Anasını kucakladı. Her sabah yaptığı gibi, yorganı büsbütün kafasına çekti. Anası yorganın dışında kalan ayaklarını gıdıkladı. Yataktan bir hamlede fırlayan oğlu ile beraber tekrar yatağa düştükleri zaman, bir genç kız kahkahasıyla gülen kadın mutlu sayılabilirdi. Mutluları çok az olan bir mahallenin çocukları değil miydiler? Anasının çocuğundan, çocuğun anasından başka gelirleri var mıydı? Birlikte yemek odasına geçtiler. Odanın içini kızarmış bir ekmek kokusu doldurmuştu.2. Semaver ne güzel kaynardı. Ali, semaveri, içerisinde ne yürek acısı, ne de kaza olan bir fabrikaya benzetirdi. Ondan yalnız koku, buğu ve sabahın mutluluğu üretilirdi...3. Ali’nin annesine ölüm, bir misafir gelir gibi geldi. Kadın, sabahları oğlunun çayını, akşamları da iki kap yemeğini hazırlaya hazırlaya akşam ediyordu. Fakat yüreğinin kenarında bir sızı duyuyor, akşamüstleri merdivenleri hızlı hızlı çıktığı zaman, bir kesiklik, bir ter, bir yumuşaklık hissediyordu.4. Bir sabah, daha Ali uyanmadan, semaverin başında, üzerine bir fenalık gelmiş; yakınındaki sandalyeye çöküvermişti. Çöküş, o çöküş.5. Ali, annesinin kendisini bu sabah niçin uyandırmadığına şaşırmakla birlikte, uzun zaman vaktin geçtiğini anlayamamıştı. Fabrikanın düdüğü, camların içinden tizliğini, can koparıcılığını terk etmiş ve bir sünger içinden geçmiş gibi yumuşak kulaklarına geldi. Yatağından fırladı. Yemek odasının kapısında durdu. Elleri masaya dayalı, uyuklar gibi görünen ölüyü izledi. Onu uyuyor sanıyordu. Ağır ağır yürüdü. Omuzlarından tuttu. Dudaklarını, soğumaya başlamış yanaklarına sürdüğü zaman ürperdi...6. Sarıldı. Onu kendi yatağına götürdü. Yorganı üstlerine çekti, soğumaya başlayan vücudunu ısıtmaya çalıştı. Vücudunu, yaşamını bu soğuk insana aşılamaya uğraştı. Bütün arzusuna karşın, o gün ağlayamadı. Gözleri yandı; bir damla yaş çıkaramadı.7. Ali, birdenbire zayıflamak, birdenbire saçlarını ağarmış görmek, birdenbire belinde müthiş bir ağrı ile iki kat oluvermek, hemen yüz yaşına girmiş kadar ihtiyarlamak istiyordu. Sonra ölüye bir daha baktı. Hiç de korkunç değildi. Tersine, yüzü eskisi kadar sevecen, eskisi kadar yumuşaktı. Ölünün yarı kapalı gözlerini metin bir elle kapadı. Sokağa fırladı. Komşu ihtiyar hanıma haber verdi. Komşular koşa koşa eve geldiler. O, fabrikaya gitmek için yola çıktı. Yolda giderken, annesinin ölümüne alışmış gibiydi.8. Yan yana, kucak kucağa, aynı yorganın içerisinde yatmışlardı. Ölüm, kanı sıcak anasına geldiği gibi, onun bütün duyarlılığını, sevecenliğini, yumuşaklığını almıştı. Yalnız biraz soğuktu. Ölüm, bildiğimiz kadar korkunç bir şey değildi. Yalnız biraz soğuktu, o kadar...9. Ali, günlerce evin boş odalarında gezindi. Gece ışık yakmadan oturdu. Geceyi dinledi. Anasını düşündü; fakat ağlayamadı.10. Bir sabah, yemek odasında karşı karşıya geldiler. O, yemek masasının örtüsü üzerinde sakin ve parlaktı. Güneş, sarı pirinç maddenin üzerinde donakalmıştı. Onu kulplarından tutarak, gözlerinin göremeyeceği bir yere koydu. Kendisi bir sandalyeye çöktü. Bol bol, sessiz yağmur gibi ağladı. Ve o evde semaver, bir daha kaynamadı.11. Bundan sonra Ali’nin hayatına bir salep güğümü girer.12. Kış, Haliç çevresinde, İstanbul’dakinden daha sert, daha sisli olur. Bozuk kaldırımların üzerinde buz tutmuş çamur parçalarını kırarak erkenden işe gidenler, okulların öğretmenleri ve kasaplar, fabrikanın önünde bir süre dinlenirler; kocaman bir duvara sırtını vererek üstüne zencefil ve tarçın serpilmiş salep içerlerdi.13. Yün eldivenlerin içerisinde saklı saygın elleri salep fincanını kucaklayan, burunları nezleli, yüreklerinde acı, pirinç bir semaver gibi tüten sarışın işçiler, okulların öğretmenleri, kasaplar ve bazen yoksul öğrenciler, kocaman fabrika duvarına sırtını verirler; üstüne rüyalarının sonrası serpilmiş salepten yudum yudum içerlerdi.Sait Faik AbasıyanıkSeçme Hikâyeler, 1972(Kısaltılmıştır.)

Tuesday Aug 23, 2022
ALIŞKANLIK / Turkish Stories
Tuesday Aug 23, 2022
Tuesday Aug 23, 2022
Turkish Stories for Turkish Learners
ALIŞKANLIK
Bir köylü kadın bir buzağıyı doğar doğmaz kucağına alıp sevmiş, sonra da bunu âdet edinmiş. Her gün buzağıyı kucağına alır taşırmış; nihayet buna o kadar alışmış ki, buzağı büyüyüp koskoca öküz olduğu zaman onu yine kucağında taşıyabilmiş.
Bu hikâyeyi kim uydurduysa, alışkanlığın ne büyük bir kuvvet olduğunu çok iyi anlamış olmalı. Gerçekten alışkanlık pek yaman bir hocadır ve hiç insafı yoktur. Yavaş yavaş, sinsi sinsi içimize ilk adımını atar; başlangıçta kuzu gibi sevimli, alçak gönüllüdür. Ama zamanla oraya yerleşip kökleşti mi, öyle azgın, öyle amansız bir çehre takınır ki kendisine gözlerimizi bile kaldırmaya izin vermez.
Bence en büyük kötülükler küçük yaşlarda ortaya çıkmaya başlar. Çocuk, bir tavuğun boynunu sıkar, kediyi köpeği hırpalar, annesi de ona bakıp eğlenir. Oysa bunlar zalimliğin, zorbalığın, dönekliğin asıl tohumları, kökleridir. Çocuklukta filizlenir, sonra alışkanlığın kucağında, alabildiğine büyüyüp gelişir. Asıl terbiyemiz bizi emzirip büyütenlerin elindedir.
Alışkanlıkları, çocuğun küçüklüğüne ve işin önemsizliğine bakarak hoş görmek tehlikeli bir terbiye yoludur. Çocuk, yaratılış itibarıyla saf ve temizdir. Fakat zamanla, yanlış yönlendirmeler nedeniyle bu saflığını kaybedebilir. Aslında hırsızlığın çirkinliği çalınan şeyin değerine bağlı değildir. Çirkin olan hırsızlığın kendisidir. Ha bir altın çalmışsın, ha bir iğne. "İğne çaldı; ama altın çalmak aklına gelmez." diyenlere benim diyeceğim şudur: "İğneyi çaldıktan sonra niçin altını da çalmasın?"
Montaigne

Saturday Aug 20, 2022
TÜKETİM ÇILGINLIĞINA KARŞI YENİ BİR ÇÖZÜM / Turkish Stories
Saturday Aug 20, 2022
Saturday Aug 20, 2022
Turkish Stories for Turkish Learners
TÜKETİM ÇILGINLIĞINA KARŞI YENİ BİR ÇÖZÜM
Kanada'da Vancouver şehrinde yaşayan Ted Dave isimli grafik sanatçısı bir reklam şirketinde çalışıyordu. İşi reklam hazırlamaktı. Ha-zırladığı reklamlardaki ürünün satışı oranında para kazanıyordu.
Ted Dave, işinde çok başarılıydı. Ama o, içten içe yaptığı işten rahatsızlık duymaya başlamıştı. Çünkü günlük hayatta karşılaştığı her olaya reklamcı gözüyle baktığı için, kendisi de dâhil bütün insanların başkaları tarafından yönlendirildiğini görüyordu. İnsanlar, kendi istekleriyle değil, gazete ve dergilerden okuduğu radyo ve televizyonlardan gördüğü reklamlar doğrultusunda alışveriş yapıyorlardı. Üstelik satın alma işi alışkanlık sınırlarını aşmış, bağımlılık hâline gelmişti.
Her kasım ayının ilk perşembe günü, ABD ve Kanada'da Şükran Günü olarak kutlanıyordu. Bu günde tam bir tüketim çılgınlığı yaşanıyordu. Devamında gelen Noel ve Yılbaşı günlerinde tüketim çılgınlığı insanların ruhlarına işliyordu. Ted Dave işte tam o sıralarda radikal bir karar aldı. İnsanları biraz olsun kendilerine getirmek ve tüketim çılgınlığından kurtarabilmek için bir kampanya planladı.
Ted Dave, bu kampanya ile insanları sadece bir günlüğüne alışveriş yapmamaya çağırıyordu. Kampanya için en fazla alışverişin yapıldığı "Şükran Günü"nün bir gün sonrasını seçti. Yıllarca bir reklamcı olarak çalışan Ted Dave, bu kez hazırladığı afişler ve posterlerle insanları alışveriş yapmamaya çağırıyordu.
Ted Dave'nin öncülüğünü yaptığı bu hareket ilk yıllarda Kanadalıların bir hayli ilgisini çekti. Sonraki yıllarda kâr amacı gütmeyen bazı vakıfların bu kampanyayı desteklemesiyle alışveriş yapmama eylemi daha sistemli ve örgütlü hâle geldi. Kampanyanın adı ise "Satın Almama Günü" olarak değişti ve bu isimle dünyaya yayıldı. Satın Almama Günü 2001 yılında tam 55 ülkede hayata geçirildi.
Satın Almama Günü'nün en önemli özelliği 24 saat boyunca alışveriş yapılmamasıydı. Başlangıçtan günümüze kadar bu kampanyalarda, tüketim çılgınlığına karşı insanların dikkatlerini çekmeye yönelik pek çok ilginç yöntem kullanıldı. Örneğin, konserler düzenlendi, kredi kartları kesildi, posterler asıldı, el ilanları dağıtıldı. İnsanlara bu günü hatırlatan mektuplar, kartlar ve elektronik postalar gönderildi. Bazı alışveriş merkezlerinin çevresinde alışveriş yapılmayan küçük bölgeler oluşturuldu.
Bir yıl içerisinde bir gün, tüketim çılgınlığını önlemede çözüm olmayabilir. Ancak büyük sonuçların hep küçük başlangıçlarla elde edildiği unutulmamalıdır.
Dr. Veli SIRIM

Wednesday Aug 17, 2022
NAİM SÜLEYMANOĞLU / Turkish Stories
Wednesday Aug 17, 2022
Wednesday Aug 17, 2022
Turkish Stories for Learner Turkish
NAİM SÜLEYMANOĞLU
23 Ocak 1967 tarihinde Bulgaristan'da dün-yaya gelen Naim Süleymanoğlu, haltere 1977 yılında başladı. On beş yaşında iken Brezilya'da düzenlenen Dünya Gençler Halter Şampiyonası'nda 52 kiloda iki altın madalya kazanarak şampiyon oldu. On altı yaşında rekor kırarak yine şampiyon oldu. Böylece halter tarihinde en genç dünya rekortmeni unvanını aldı.
1983-1986 yılları arasında gençlerde on üç, büyüklerde elli olmak üzere tam altmış üç rekor kırarken, yine bu dönemde Dünya ve Avrupa Şampiyonalarında 52, 56, 60 kilolarda şampiyonluklar yaşadı. 1984, 1985 ve 1986'da dünyada yılın haltercisi seçildi.
1988'de Avrupa Halter Şampiyonası'nda üç altın madalya kazandı. Bunun yanında 60 kilo koparmada 150 kg kaldırarak dünya rekoru kırdı.
1988 Seul Olimpiyatları'na katılan Süleymanoğlu, dokuz dünya ve altı olimpiyat rekoru kırarak muhteşem bir zafer elde etti. Böylece Türkiye'ye olimpiyatlar tarihinde güreş dışında ilk altın madalyayı kazandıran sporcu oldu.
1992 Barselona Olimpiyatları'nda rakiplerine ezici üstünlük sağla-yarak Türkiye'ye altın madalya kazandıran Naim, aynı yıl Uluslararası Halter Basın Komisyonu tarafından "Dünyanın En İyi Sporcusu" seçildi.
1993 Dünya Şampiyonası'nda ise üç altın madalya kazanırken iki de dünya rekoru kırdı. 1994'te Bulgaristan'da yapılan Avrupa Halter Şampiyonası'nda sadece üç kaldırış yaparak üç dünya rekoru kırdı.
İstanbul'da yapılan Dünya Halter Şampiyonası'nda, ilk kez Türk seyircisinin önüne çıktı. Bu şampiyonada sakat olmasına rağmen, üç dünya rekoru kırarak, üç altın madalya kazandı. Süleymanoğlu, bu performansıyla, en güçlü sporcu unvanını elde etti. 1995'te, Avrupa Halter Şampiyonası'nda, yine sakat olmasına karşın, bir altın ve iki gümüş madalya kazanarak, Türk Millî Halter Takımı'nın birinci olmasını sağladı.
Çin'de yapılan Dünya Şampiyonası'nda sakat olmasına rağmen üç altın madalya kazanan Naim Süleymanoğlu 1996 Atlanta Olimpiyatları'nda 64 kiloda dört dünya rekoru kırdı. Böylece üçüncü kez olimpiyatlarda madalya kazanarak tarihe geçti.
Kariyeri boyunca, olimpiyatlardan kazandığı üç Altın Madalyası, yedi Dünya Şampiyonluğu ve altı Avrupa Şampiyonluğu vardır. Kırk altı kere dünya rekoru kıran Süleymanoğlu, 2000 yılında 7-9 Aralık günleri arasında, Atina'da toplanan, Uluslararası Halter Federasyonu Kongresi'nde astbaşkanlığa seçildi.

Sunday Aug 14, 2022
Satılık Köpekler / Turkish Stories
Sunday Aug 14, 2022
Sunday Aug 14, 2022
Turkish Stories for Learner Turkish
Satılık Köpekler
"Satılık Köpek Yavruları" adlı ilanının yazılı olduğu vitrinin önünde bir çocuk gözüktü. Çocuk dükkân sahibine sordu:
"Köpek yavrularını kaça satıyorsunuz?"
Dükkân sahibi:
"Fiyatları 30 TL ile 50 TL arasında değişiyor." dedi.
Çocuk: "Yavrulara bakabilir miyim?" dedi.
Dükkân sahibi gülümsedikten sonra bir ıslık çaldı. Köpek kulübesinden birbirinden sevimli 5 yavru çıktı. Yavrulardan biri arkadan geliyordu. Küçük çocuk, yürümekte zorluk çeken sakat yavruyu işaret edip sordu:
"Bunun nesi var?"
Dükkân sahibi yavrunun kalçasında bir çıkık olduğunu ve hep sakat kalacağını söyledi. Çocuk heyecanlanmıştı. "Ben bu yavruyu satın almak istiyorum." dedi.
Dükkân sahibi:
"Hayır, o yavruyu satın alman gerekmiyor. Eğer gerçekten istiyorsan, o yavruyu sana bedava veririm." dedi.
Çocuk birden sinirleniverdi. Dükkân sahibinin gözlerinin içine dik dik bakarak: "Onu bana vermenizi istemiyorum. O da diğer yavrular kadar değerli. Ben onu satın almak ve ücretini de tam olarak ödemek istiyorum."
Dükkân sahibi çocuğu ikna etmeye çalıştı.
"Bu köpeği gerçekten satın almak istediğini sanmıyorum. Bu yavru hiçbir zaman diğer yavrular gibi koşup zıplayamayacak ve seninle oynayamayacak."
Bunun üzerine çocuk eğildi, pantolonunu sıvadı ve büyük bir metal parçasının desteklediği sakat bacağını dükkân sahibine gösterip, tatlı bir sesle:
"Ben de çok iyi koşamıyorum. Bu yavrunun kendisini çok iyi anlayacak bir sahibe ihtiyacı var." dedi.

Thursday Aug 11, 2022
TİTANİK / Turkish Stories
Thursday Aug 11, 2022
Thursday Aug 11, 2022
Turkish Stories for Learner Turkish
TİTANİK
Tarihler, Nisan 1912'yi gösterdiğinde, İngiltere'den New York istikametine bir gemi hareket etti.
17 bin kişinin emeği ile inşa edilen bu yolcu gemisi, zamanın en büyük gemisiydi. Gemiyi yapan mühendisler bu geminin batmasının mümkün olmadığını iddia ediyorlardı.
Gemi inşa edilirken her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüştü. İçinde, Paris'in ünlü kafelerinin bir benzeri ve bir Türk hamamı vardı. Çölde geziniyor izlenimi edinmek isteyenler için elektrik düğmesine basınca yürüyen develer dahi vardı bu gemide.
Gemiyi oluşturan kompartımanlar birbirinden bağımsız olarak inşa edilmişti. Bu yüzden herhangi bir sebeple gemi alttan bir darbe aldığında, sadece darbeyi alan bölüme su dolacaktı. İki geminin çarpışması durumunda dahi kompartımanların bir kısmı su alacak, bu durumda da geminin batması en az üç gün sürecekti. Bu kadar uzun zamanda da mutlaka bir yerden kurtarma için yardım gelecekti. Üstelik dünyanın en kaliteli çeliği bu gemi için kullanılmıştı.
İşte sözü edilen bu gemi, soğuk bir nisan akşamı açık sularda gece karanlığında yol alırken bir buz dağıyla karşılaştı. Buz dağını fark eden gözcüler hiç vakit geçirmeden kaptanı uyardı. Uyarıları dikkate alan kaptan, geminin buz dağına çarpmasını önlemek için ani bir manevra yaptı. Bu manevrayla geminin önden ve arkadan bir darbe almasına engel oldu.
Tüm çabalara rağmen gemi çok ciddi bir darbe aldı. Çünkü gemi, sadece önden ve arkadan gelebilecek darbeler düşünülerek dizayn edilmişti. Oysa gemiyi baştan sona kadar bir bıçak gibi kesen darbe önden ve arkadan değil, yan taraftan gelmişti.
Yapımcıları tarafından batırılamaz sloganıyla üretilen Titanik adındaki bu gemi, daha ilk seferinde böylece batmış oldu. Güvertedeki 2223 yolcudan 1513'ü öldü. Kaza, yeterli filikanın bulunmadığı iddiaları ve hakkında oluşturulan komplo teorileriyle hâlâ canlılığını korumaktadır.

Monday Aug 08, 2022
Bir Büyük Adama Selam / Turkish Stories
Monday Aug 08, 2022
Monday Aug 08, 2022
Turkish Stories for Learner Turkish
BİR BÜYÜK ADAMA SELAM
Yetmiş dört yaşındaki Doktor Emilio, o gün iyice yorulmuştu. Küçük muayenehanesindeki masanın başında yorgun halde oturuyordu. Gençliğinde büyük işler başarmak üzere kurduğu plânları düşündü. Hayat umduğu şekilde gitmemiş; ne ünlü bir doktor olabilmiş, ne de büyük bir hastane kurabilmişti. Kırk yıldır bu küçük şehirde yaşıyordu. Kırk yıl önce ne tür hastalara bakıyorsa, gene aynısını yapıyordu.
Parmağı kesilen veya başı ağrıyan hastalar, acil vak'alar ve doğumlar için geceyarısı yatağından uyandırılmalar derken, bu küçük kasabada kırk yıl geçip gitmişti. Yıllar geçmiş, dün doğumunda yardımcı olduğu çocuklar bugün büyüyüp çoluk çocuğa karışmışlardı. Bu kasabadaki kırk yıllık meslek hayatının belki en hoş anılarını bunlar oluşturmuştu.
Kapının hızlı hızlı çalmaya başlayan zili, Dr. Emilio'yu dalmış olduğu hatıralardan uyandırdı. Kalkıp kapıyı açtı. Kapıda, gözleri ışıl ışıl parıldayan bir delikanlı vardı.
"Buyrun" dedi Dr. Emilio.
"Şehir meydanında bir tören var efendim. Sizin de gelmenizi istiyorlar. Lütfen acele edin efendim, geç kalmayın!" diye karşılık verdi çocuk.
Bu küçük şehirde böylesi törenler nadiren olurdu. Dr. Emilio, çocuğu sevinçle takip etti. Şehrin ana caddesine vardıklarında, çocuk, doktoru meydanın ortasına doğru getirdi. O an, meydana birikmiş kasaba halkı Dr. Emilio'yıı çılgınca alkışlamaya başladı. Dev cüsseli iki delikanlı, doktoru omuzlarına alarak, tören için hazırlanmış bir tahtın üzerine oturttular.
Daha sonra, kimi çocuk arabası süren, kimi ise çocuklarını kucaklarında taşıyan kadınlı-erkekli bin kadar insan sırayla doktorun önünden geçip onu selamladılar.
Bir saat önce muayenehanesinde oturup hayatında büyük işler başaramadığını düşünen doktor, şimdi gördüğü manzara karşısında gözyaşlarını tutamıyordu. Sırayla önünden geçen bu insanların hepsinin doğumunda Dr. Emilio hazır bulunmuştu. Şimdi onlar, hayatının kırk senesini insanlara hizmetle geçiren bir büyük adamı selamlıyorlardı...
This channel has been prepared to help people practice Turkish whether it’s their mother language or second language while having fun listening to stories that are designed to improve their language.
By following these podcasts, you can improve your Turkish language. Equip your headphones and listen to these podcasts in your free time, even while walking, sleeping, driving, cycling, and more. These podcasts will be beneficial in your understanding of the Turkish language. We advise all who learned Turkish at the basic level.

Friday Aug 05, 2022
Ye Kürküm Ye, Nasrettin Hoca / Turkish Stories
Friday Aug 05, 2022
Friday Aug 05, 2022
Turkish Stories for Learner Turkish
YE KÜRKÜM YE!
Dilimizde, saygının kişiliğe, bilgiye karşı değil de; zenginliğe, varlığa, giyim-kuşama gösterildiğini, böyle bir davranışın ise yanlış olduğunu anlatan çok güzel bir hikâye vardır. Nasrettin Hocaya dayandırılan hikâye şöyledir:
Günün birinde Hoca, bir düğün yemeğine davet edilir. Hoca, her zaman giydiği kıyafetlerden birini giyer ve davetin verildiği eve gider. Düğün sahibi ve orada bulunanlar Hoca'yla hiç ilgilenmezler. Ne buyur diyen olur, ne otur diyen. Hoca'nın bu duruma canı çok sıkılır. Doğruca evine gider ve önemli günler için sandığında sakladığı kürkünü çıkarır ve giyer. Koşa koşa tekrar düğün evine gelir.
Hoca'yı kürküyle görenler bu sefer onu kapıda karşılar ve ona büyük bir saygı gösterirler. Hemen, en zengin sofranın başköşesine güzel sözlerle buyur edilir. Hoca, ince bir gülüşle gösterilen yere oturur. Bismillah çekip kaşığını tabağa uzatır, bir yandan da kürkünü ucundan tutarak çorba tasına daldırır. "Ye kürküm ye..." diye söylenmeye başlar.
Düğündekiler bu duruma çok şaşırır. "Ne yapıyorsun hocam, hiç kürk çorba içer mi?" diye sorarlar. Hoca'nın verdiği cevap oradakiler için güzel bir derstir:
"Elbette bilirim, kürkün çorba içemeyeceğini. Fakat ben az önce de burada idim. Üstelik kimse, üzerimdeki kıyafetten dolayı beni sofraya bile davet etmedi. Şimdi ise üzerimdeki bu kürk sebebiyle başköşeye oturtuldum. O hâlde yemek yeme hakkı benim değil, kürkümündür." der ve bizlere şu önemli mesajı verir:
İnsanları, kılık kıyafetleriyle, dış görünüşleriyle değerlendirmek; onları, giyimlerinden hareketle tanımaya kalkmak çoğu zaman yanılmamıza yol açacaktır. Unutulmamalıdır ki en değerli inciler, gösterişsiz istiridye kabuklarının içinde yattığı gibi; basit ve sade kıyafetlerin içinde de çok büyük cevherler vardır. Fakat bizler önyargılarımızla hareket ettiğimizden, içten çok dışa önem verdiğimiz için bunun farkında olamayız.
This channel has been prepared to help people practice Turkish whether it’s their mother language or second language while having fun listening to stories that are designed to improve their language.
By following these podcasts, you can improve your Turkish language. Equip your headphones and listen to these podcasts in your free time, even while walking, sleeping, driving, cycling, and more. These podcasts will be beneficial in your understanding of the Turkish language. We advise all who learned Turkish at the basic level. a

About Us
Nile Learning Center was established in Egypt in 1998 with the permission of the Egyptian Ministry of National Education. There are two branches of the center for men and women in one of the modern districts of Cairo, Nasr City. For more information please visit our website:
www.nilecenter.org