
Turkish Stories for Turkish Learners
By following these podcasts, you can improve your Turkish language. Equip your headphones and listen to these podcasts in your free time, even while walking, sleeping, driving, cycling, and more. These podcasts will be beneficial in your understanding of the Turkish language. We advise all who learned Turkish at the basic level.
Episodes

Thursday Oct 06, 2022
İlk Cinayet / Ömer SEYFETTİN / Turkish Stories C1
Thursday Oct 06, 2022
Thursday Oct 06, 2022
İlk Cinayet
Evet, acaba dört yaşında var mıydım? Ondan evvel hiçbir şey bilmiyorum. Tolstoy, daha dokuz aylık bir çocukken kendisinin banyoya sokulduğunu hatırlıyor. İlk duygusu bir haz! Benimki müthiş bir ıstırap ile başladı. Ben kendimi ilk defa şirket vapurunda hatırlıyorum. Hâlâ gözümün önünde: Sanki dünyaya o anda doğmuşum, annemin kucağındayım. Gürültülü bir kadın kalabalığı... Annem, yanındaki sarı saçlı genç bir hanımla gülüşerek konuşuyor. Mevsim galiba yaz. Çok aydınlık, güneşli bir hava... Annem konuşurken mavi tüylü bir yelpazeyi yavaş yavaş sallıyor. Ben kucağından kayıyorum. Beni kollarımdan tutarak yanına oturtuyor. Gümüş maşacığın halkasına parmağımı takıyor, annem görmeden ucunu ağzıma sokuyor, dişlerimle ısırıyorum. Konuştuğu sarı saçlı hanımın elbisesi mavi. Ben beyazlar giymişim. Başım açık. Saçlarım çok. Hem galiba dağılmış. Annem bunları düzeltirken başımı yukarı kaldırıyorum. Güneşten kum kum parlayan tentenin kenarında el kadar bir gölge kımıldıyor.– Bak, bak, diyorum.Annem de başını kaldırıyor:Kuş konmuş, diyor.Bu kuşu isteyince:– Tutulmaz, diyor.Ben yine istiyorum. Annem şemsiyesiyle bu gölgenin altına vuruyor. Fakat gölgede hareket yok. Yine yanındaki hanıma dönüyor.– Aa, kaçmadı.– Niçin acaba?– Yavru olmalı mutlaka.– ...– Anne, ben kuşu isterim, diye tutturuyorum. O zaman annem yelpazesini bırakıp ayağa kalkıyor, beni koltuklarımın altından tutup küçük bir top gibi yukarıya kaldırırken diyor ki:– Birdenbire tut ha!Başım ketenin hizasını aşınca, gözlerim kamaşıyor, ellerimi uzatıyorum. Tutuveriyorum. Bu beyaz bir kuş. Annem alıyor elimden, öpüyor, sarı saçlı hanım da öpüyor, ben de öpüyorum.– A zavallı daha yavru.– Martı yavrusu.– Uçamıyor olmalı.– Denize düşerse boğulur.– ...Öteki kadınlar da lafa karışıyor, “yaşamaz!” diyorlar. Annem beyaz kuşu,– A zavallı, a zavallı, diye uzun uzun okşadıktan sonra benim kucağıma veriyor.– Eve götürelim, belki yaşar, diyor, amma sakın sıkma yavrum.– Sıkmam.– Böyle tut işte.Annem, yanındaki hanımla yine lafa dalıyor. Kuşcağızın tüyleri o kadar beyaz ki... Dokunuyorum... Kanatlarının kemikleri belli oluyor. Ayakları kırmızı. Kaçmak için hiç çırpınmıyor, şaşırmış. Gözleri yusyuvarlak. Kırmızı gagasının kenarında sanki sarı bir şey yemiş de bulaşığı kalmış gibi sarı bir iz var. Boynunu uzatarak etrafa bakmaya çalışıyor. Ben o sırada anneme bakıyorum. Yanındaki hanımla gülüşerek konuşuyorlar. Benimle meşgul değil. Sonra beyaz kuşun uzanan ince boynunu yavaşça elimle tutuyorum. Bütün kuvvetimle sıkmaya başlıyorum. Kanatlarını açmak istiyor. Öteki elimle onları da tutuyorum. Mercan ayakları dizlerime batıyor. Sıkıyorum, sıkıyorum, sıkıyorum. Dişlerimi, kırılacak gibi sıkıyorum, gık diyemiyorum. Sarı kenarlı gagacığı titreyerek açılıp kapanıyor. Pembe sivri dili dışarı çıkıyor.Yuvarlak gözleri önce büyüyor. Sonra küçülüyor, sonra sönüyor... Birdenbire kasılmış ellerimi açıyorum. Beyaz kuşcağızın ölüsü “pat” diye düşüyor yere....Annem dönüyor, eğiliyor. Yerden bu henüz sıcak cesedi alıyor:– A... A... Ölmüş... dedikten sonra bana dik dik bakıyor:– Ne yaptın?– ...– Sıktın mı?– ...– Söyle bakayım?– ...Cevap vermiyor, avazım çıktığı kadar ağlamaya başlıyorum. Annemin elinden beyaz kuşun ölüsünü sarı saçlı hanım alıyor:– Ah ne günah!– Zavallıcık.Başka kadınlar da lafa karışıyor. Karşımızda oturan şişman, ihtiyar bir kadın cinayetimi haber veriyor:– Boğdu. Gördüm vallahi, ne hain çocuk...Annem sapsarı kesilmiş, sesi titriyor:– Ah insafsız, diye bana tekrar acı acı bakıyor.Daha beter ağlıyorum. O kadar ağlıyorum ki... Beni artık susturamıyorlar. Ne vakit, nerde, nasıl sustuğumu bugün hatırlayamıyorum. Sanki ebediyen ağlıyorum. Kendimi bilir bilmez yaptığım bu cinayetin üzerinden işte otuz seneden fazla zaman geçti. Şimdi şirket vapurlarının güvertelerinde otururken ne zaman bir martı görsem, birdenbire, neşemi kaybederim. Bir çocuk feryadıyla ağlamak isterim.Kalbimin içinde derin bir sızı büyür. Göğsümü acıtır.– Ah insafsız, diye beni azarlayan anneciğimin ezelî azarlayışını duyar gibi olurum.Ömer SEYFETTİN

Monday Oct 03, 2022
Odanda neler var? / Turkish Stories A1
Monday Oct 03, 2022
Monday Oct 03, 2022
Sedef : Hülya senin odanda neler var?
Hülya: Benim odamda elbise dolabı, masa, yatak, halı, sandalye ve kitaplık var.
Sedef: Kitaplık nerede ?
Hülya: Kitaplık odanın köşesinde.
Senin odanda kitaplık var mı Sedef ?
Sedef: Evet var.
Hülya: Kitaplık nerede ?
Sedef: Kitaplık odanın köşesinde.
Hülya: Odanda tablo var mı ?
Sedef: Evet odamda iki tane tablo var.
Hülya: Odanda başka neler var ?
Sedef: Pencerenin yanında bir masa ve sandalye var. Masanın üstünde bilgisayar var. Pencerenin karşısında yatak ve yatağın yanında elbise dolabı var.
Yerde küçük bir halı var.

Thursday Sep 29, 2022
Bilge Kral ve Köylü / Turkish Stories C1
Thursday Sep 29, 2022
Thursday Sep 29, 2022
Bilge Kral ve Köylü
Eski devirlerden birinde, bilge bir kral, sarayda büyük bir davetin olduğu bir gün, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de sarayın geniş pencerelerinden birinin kenarına oturmuştu.
Güneş yavaş yavaş yükselmeye başladığında, davetliler yola koyulmaya başlamıştı. En zengin tüccarlar, en güçlü kervancılar, en meşhur sanatçılar, civarda oturan saray görevlileri, sair davetliler, hepsi birer ikişer saraya doğru yürürken yolun ortasında koca bir kaya parçası görünce de mecburen kayayı dolaşıp yollarına devam ettiler. Birçoğu kendi kendine söylendi, kendi kendine söylenmekle kalmayıp güvendiği dostlarıyla da bu kayanın lâfını edenler oldu. İçlerinde, "Halktan bu kadar vergi alınıyor, ama şu işe bak, sarayın yoluna bile doğru dürüst bakılmıyor." diye yüksek sesle konuşmaya cesaret edenler bile vardı.
O gün şehrin pazarına sırtında mal getirmekte olan bir köylü de o yolun yolcuları arasındaydı. Her hafta şehre mal indirdiği yolda kocaman bir kaya görünce, sırtındaki küfeyi yere bıraktı. İki eliyle kayaya sarıldı ve var gücüyle kayayı itmeye başladı. Kaya öyle bir-iki hamleyle yerinden oynayacak gibi değildi. Ama, köylü, gelenin gidenin rahatı için kayayı yerinden oynatmaya kararlıydı. Öyle etti, böyle yaptı, yoruldu, terledi, ama en sonunda kayayı yolun kenarına itmeyi başardı.
Sonra küfesini almaya yöneldiği sırada, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu fark etti. Merakla keseyi açtı. Kese altın doluydu. İçinde de kral adına yazılmış bir not vardı:
"Bu altınlar, başkalarının rahatı için kendi rahatından fedakârlık edebilen birine, yani bu kayayı yoldan çeken kişiye aittir. Güle güle kullansın."

Monday Sep 26, 2022
İstanbul / Turkish Stories A2
Monday Sep 26, 2022
Monday Sep 26, 2022
Turkish Stories for Turkish Learners
This channel has been prepared to help people practice Turkish whether it’s their mother language or second language while having fun listening to stories that are designed to improve their language.
By following these podcasts, you can improve your Turkish language. Equip your headphones and listen to these podcasts in your free time, even while walking, sleeping, driving, cycling, and more. These podcasts will be beneficial in your understanding of the Turkish language. We advise all who learned Turkish at the basic level.

Thursday Sep 22, 2022
Elma Çekirdeği / Turkish Stories C1
Thursday Sep 22, 2022
Thursday Sep 22, 2022
Elma Çekirdeği
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, ülkelerden birinde bir Keloğlan varmış. Günün birinde, bir kibrit çubuğu çalmış. Tutup hapishaneye atmışlar. Keloğlan gardiyanı çağırmış:“Beni hâkime götürür müsün?”“Niçin?”“Kendisine çok değerli bir hediye vereceğim.”Gardiyan, Keloğlan’ın isteğini kabul etmiş. Birlikte hâkimin huzuruna çıkmışlar. Hâkim, gardiyanı dışarı çıkarmış. Keloğlana, “Konuş!” demiş.Keloğlan, sırıtarak:“Efendim, size güzel ve değerli bir hediye getirdim.” demiş.Hâkimin ağzı kulaklarına varmış:“Gerçek mi söylüyorsun Keloğlan? Göster hele şu hediyeni!”Keloğlan, avucunun içini açmış, bir elma çekirdeği göstermiş. Hâkim çok öfkelenmiş. Ağzına geleni söylemiş. Fakat Keloğlan çok pişkinmiş.“Hâkim efendi, hemen kızma bana. Bu çekirdeği dikeceksin, büyüyecek ve sana altın elmalar verecek…”Hâkim, hemen Keloğlan’ın avucuna sarılmış ve haydi ver bakalım.” demiş.Ama Keloğlan çekirdeği vermeden önce şöyle demiş:“Bu çekirdeğin büyüyünce altın vermesi için, elinizin hiç harama değmemiş, boğazınızdan da hiç haram lokma geçmemiş olması gerekir.”Hâkim efendinin sevinci kursağında kalmış:“İşine git Keloğlan!” diyerek onu huzurundan kovmuş.Keloğlan, kapıdan çıkarken, polisle karşılaşmış. Adam, Keloğlan’ı yaka paça tutup yeniden hâkimin huzuruna çıkarmaya kalkmış. Keloğlan, biraz korkmuş ve şöyle demiş:“Beni oraya götürme, şu elma çekirdeğini sana vereyim.”Polis, Keloğlan’a çıkışmış:“Benimle dalga geçiyorsun öyle mi? Şimdi sana dünyanın kaç bucak olduğunu gösteririm.” demiş. Keloğlan, bakmış durum tehlikeli:“Dur hele, dur polis efendi. Önce beni dinle. Bu çekirdeği ekeceksin, büyüdüğü zaman sana altınelmalar verecek. Ama hiç haram yememiş olacaksın.”Polis:“Ben küçükken komşunun bir yumurtasını çalmıştım.” diyerek elma çekirdeğini almamış.Keloğlan, bu sefer baş hâkime gitmiş. Ona da aynı teklifi yapmış. Ama o da ötekilerin söylediğini söylemiş. Boğazından haram lokma geçtiğini söyleyip, Keloğlan’ı başından kovmuş.Keloğlan usanmamış, şehrin valisine gitmiş. Aynı şeyleri söyleyerek elma çekirdeğini vermek istememiş.Vali:“Oğlum, sen haram yememiş birini zor bulursun. Hiç boşuna dolaşıp durma.” diyerek Keloğlan’ı başından savmış.Keloğlan, varmış bir göl kenarına, elma çekirdeğini atmış suya. Bir yandan da:“Adaletin bu mu dünya? Ben, bir kibrit çubuğu çaldım diye hapse atıldım. Ülkenin başındakiler, ülkenin insanını soyarlar. Bu nasıl iştir…” diye kendi kendine söylenmiş. Onlar ermiş muradına. Biz çıkalım kerevetine.Türk Masalları

Monday Sep 19, 2022
Topkapı Sarayı’nda / Turkish Stories A2
Monday Sep 19, 2022
Monday Sep 19, 2022
Turkish Stories for Turkish Learners
This channel has been prepared to help people practice Turkish whether it’s their mother language or second language while having fun listening to stories that are designed to improve their language.
By following these podcasts, you can improve your Turkish language. Equip your headphones and listen to these podcasts in your free time, even while walking, sleeping, driving, cycling, and more. These podcasts will be beneficial in your understanding of the Turkish language. We advise all who learned Turkish at the basic level.

Thursday Sep 15, 2022
Yaprak Dökümü / Reşat Nuri GÜNTEKİN / Turkish Stories C1
Thursday Sep 15, 2022
Thursday Sep 15, 2022
Yaprak Dökümü
Turkish Stories for Turkish Learners
Kalabalık aile halkı ile Bağlarbaşı'ndaki evinde şimdi oldukça sıkıntılı bir hayat geçiren Ali Rıza Bey, emekli bir memurdur. Belli başlı bir öğrenim görmemiştir, ama çekirdekten yetişmiştir. Uzun yıllar mütevazı memurluklarda çalışıp Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllarında Suriye'de ve Anadolu'da oldukça önemli görevlerde bulunmuştur. En son Trabzon'da iken çevredeki bazı kimselerin hışmına uğramış, görevinden ayrılmıştır.
Çoluk çocuğunu, eline geçen sınırlı bir para ile geçindirmekte zorluk çekmekte, bu yüzden bir iş aramaktadır. Bir gün, vaktiyle bir süre hocalığını yapmış olduğu Muzaffer Bey adında bir gence rastlar. Muzaffer Bey, şimdi hatırı sayılır bir şirketin müdürüdür. Ali Rıza Beyi hemen şirketinde göreve yerleştirir. Şirketteki görevi, iş hayatında az emretmeye alışmış bu eski memuru pek tatmin etmez; ama ister istemez buna katlanmaya çalışır. Ne var ki şirkette Ali Rıza Beyin eski bir arkadaşının kızı da çalışmaktadır ve Muzaffer Bey, makamından yararlanarak bu kızla ilgilenmek ister. Ali Rıza Bey, bu duruma dayanamaz, sonunda da işinden olur.
Eski memur, yeniden sıkıntılı ve hüzünlüdür. Fakat çok kısa bir zaman sonra oğlu bir bankada iş bulur. Bu onun için iki defa sevinç kaynağı olmaktadır. Hem çocuğu bir iş sahibi olarak şahsiyetine doğru yönelmektedir; hem de evin geçimine katkıda bulunacaktır.
Fakat umulan huzur ve mutluluk bir türlü gelmez, aksine evde şimdi yeni tedirginlikler belirmektedir. Ali Rıza Beyin kızlarından Necla ve Leyla yetişmişlerdir; gezmek, tozmak, giyinmek, eğlenmek istemektedirler. Oysa onların bu isteklerini karşılamak mümkün değildir. Bu iki kızın durup dinmeyen sızıltıları, hırçınlıkları ailede tat tuz bırakmamıştır. Hâl böyle devam ederken bankada çalışan Şevket evlenip, eve bir nüfus daha getirir. Gelin de, Necla ve Leyla'nın kafasında olduğu için, onlara katılır. Böylelikle Ali Rıza Beyin ailesi ikiye bölünmüştür. Yeniden çalışmaya karar veren Ali Rıza Bey, çalmadık kapı bırakmadıktan sonra -çaresiz- tekrar Muzaffer Beye başvurup yeniden iş ister; ama eski öğrencisi bu sefer kendisini çok soğuk karşılar ve adamcağız eli boş döner.
Aile, bir yandan geçim sıkıntısı içerisinde kıvrana dursun, öte yandan iki genç kızla gelin, haftada sekiz, dokuz çay partileri düzenlemekte, sıkıntıyı büsbütün artırmaktadır. Ali Rıza Beyin eşi, kocasının için için eridiğini görerek, sürekli gelini ve kızlarıyla çekişip durur. Bu sırada en büyük kız Fikret, Adapazarı'nda oturan orta hâlli bir adamla evlenip evden ayrılır. Bu olaya bir yandan sevinen, bir yandan da üzülen Ali Rıza Bey’i yeni olay adamakıllı üzer. Şevket, bankadan bir miktar para çekmiş; fakat bunu vaktinde ödeyememiş, hapse atılmıştır.
Bir gün zengin bir Suriyeli, Necla'yı ister. Ali Rıza Beyin ailesi, kızlarının ta Suriye'ye kadar gidip kendilerinden kopmasını istemezler; ama sonunda buna da razı olurlar. Fakat sonuç hiç de sandıkları gibi çıkmaz. Adam zengin mengin değildir ve Necla feci şekilde aldatılmıştır. Kızlarının elem, feryat dolu haberlerini alan aile ayrıca bu konu için de yanıp sızlanır.
Fikret'in Adapazarı'na, Şevket'in hapishaneye, Necla'nın Suriye'ye gitmeleri Ali Rıza Beyin ailesinde bir çeşit yaprak dökümü manzarası göstermektedir. Ali Rıza Bey, yaprakları hayli eksilen bu aile ağacına fazla geliyor bahanesiyle, Bağlarbaşı'ndaki büyük evini satar, yerine daha küçüğünü alır. Ayrıca aradaki para farkı bir süre olsa da, geçimlerine yardımcı olacaktır.
Reşat Nuri GÜNTEKİN

Monday Sep 12, 2022
Dolma Bahçe Sarayı / Turkish Stories A2
Monday Sep 12, 2022
Monday Sep 12, 2022
Turkish Stories for Turkish Learners
This channel has been prepared to help people practice Turkish whether it’s their mother language or second language while having fun listening to stories that are designed to improve their language.
By following these podcasts, you can improve your Turkish language. Equip your headphones and listen to these podcasts in your free time, even while walking, sleeping, driving, cycling, and more. These podcasts will be beneficial in your understanding of the Turkish language. We advise all who learned Turkish at the basic level.

Thursday Sep 08, 2022
Çalıkuşu / Reşat Nuri GÜNTEKİN / Turkish Stories C1
Thursday Sep 08, 2022
Thursday Sep 08, 2022
Çalıkuşu
Feride, Anadolu’nun bir köyünde öğretmendir. Öğrencisi Munise, bir suç işlemiş, üvey annesinden korktuğu için, fırtınalı bir kış günü evden kaçmıştır. Köydeki herkes gibi Feride öğretmen de onun için endişe etmektedir. Okuyacağınız metinde Munise’nin Feride öğretmene sığınması anlatılmaktadır. Kapı açılır açılmaz içeriye karlı bir rüzgâr doldu, ihtiyar kadının elindeki mum birdenbire söndü. Karanlıkta kollarımın içine buz gibi donmuş, küçük bir vücut düştü. Hatice Hanım, tekrar mumunu yakmaya uğraşırken, ben onu göğsümde sıkıyor, hıçkıra hıçkıra ağlıyordum.Son kuvvetini tükettiği anlaşılan Munise, kollarımda baygın gibiydi. Yüzü mosmor, saçları dağılmış, elbisenin içine kadar dolmuştu. Çocuğu soyduktan sonra kendi yatağıma yatırdım. Hatice Hanım’ın mangalında ısıttığım fanila parçaları ile vücudunu ovuşturmaya başladım. Munise kendine gelir gelmez ilk sözü: “Bir parça ekmek!” diye yalvarmak oldu. Bereket versin biraz sütümüz vardı. Hatice Hanım’la sütü ısıttık ve kaşık kaşık çocuğa vermeye başladık.Dakikalar geçtikçe Munise’nin yüzü kızarmaya, gözlerine fer gelmeye başlıyordu. Kollarımda ara sıra içini çekiyor, kim bilir hangi acı ile için için ağlıyordu. Ah, şu çocuk gözlerindeki minnet! Dünyada, bir parça iyilik edebilmekten daha güzel bir şey olmuyor.Fırtına içerisinde eski bir gemi teknesi gibi sallanan bu sefil ve karanlık oda, ocağın kızıl akisleri içerisinde birdenbire öyle sevimli ve mutlu bir yuva olmuştu ki, biraz önce hayata gösterdiğim güvensizlik için kendi kendimden utanıyordum.Çocuk artık konuşmaya başlamıştı. Kolları koynumda, sarı saçları bileklerimden dökülerek gözlerime bakıyor, sorduğum sorulara ağır ağır cevaplar veriyordu: Dün akşam, üvey annesinden çok korkmuş, köyün öte ucundaki bir ambara kaçarak samanların arasına girmiş. Samanlar insanı yatak gibi sıcak tutuyormuş. Fakat bugün çok acıkmış. Dışarı çıkarsa tutup yine eve götüreceklerini biliyormuş. Onun için, çaresiz geceyi beklemiş.
Zavallı çocuğun en büyük ümit yeri benmişim. Bütün gün “Hoca Hanım mutlaka bana ekmek verir.” diye kendini avutmuş. Biraz sonra çocuğun parlak gözlerine bir gölge düştüğünü, parlak neşesinin sönmeye başladığını fark ettim. Sormaya lüzum yoktu. Çünkü aynı korku bende de uyanmıştı. Yarın sabah Munise’yi yine eve göndermek gerekecekti.İçimde sönük bir ümit yok değildi. Çok güzel bulduğumuz için, hiçbir zaman elimize geçemeyecek sandığımız şeylere karşı duyulan o ümitsiz ümit. Munise’de neticesiz bir rüya uyandırmaktan korkar gibi yavaş bir sesle Hatice Hanım’a dedim ki:– Mademki bu kızı evlerinde istemiyorlar; acaba ben onu kendime evlat etmek istesem razı olurlar mı? Benim de kimsem yok. Vallahi bu çocuğa kendi evladım gibi bakarım. Acaba vermezler mi? Bu çılgın arzum, Hatice Hanım’ın dudaklarından çıkacak kelimeye bağlıymış gibi titreye titreye ellerimi uzatıyor, boynumu büküyordum.İhtiyar kadın, gözlerini ocağa dikmiş, düşünüyordu. Ağır ağır başını salladı:– Fena olmaz. Yarın muhtarla konuşalım. O “peki” derse babasını da razı ederiz. İyi olur, dedi.Ben, ömrümde bu kadar güzel bir ümit sözü işittiğimi bilmiyorum. Cevap vermeden Munise’yi göğsüme çektim. Çocuk, ellerimi öperek: “Anacığım, anacığım!” diye ağlamaya başladı.Ben bu satırları yazarken, Munise, yatağımda, sarı saçlarında ocağın mesut kızıllığı titreyerek uyuyor. Ara sıra derin derin içini çekiyor ve dolu dolu öksürüyor.
Reşat Nuri GÜNTEKİN, Çalıkuşu, 1978 (Kısaltılmıştır.)

Monday Sep 05, 2022
TAVŞAN İLE ASLAN / Turkish Stories A1
Monday Sep 05, 2022
Monday Sep 05, 2022
TAVŞAN İLE ASLAN
Güzel bir vadide birçok yabani hayvan beraber yaşıyormuş. Her şey çok güzelmiş ve herkes hayatından çok memnunmuş. Fakat bu güzelliği bozan bir şey varmış. Bütün hayvanlar aslandan korkuyormuş. Çünkü aslan, sık sık bu vadide tuzak kuruyor ve hayvanlardan birini yakalıyormuş. Bunun için bu ormanda yaşamak çok zor ve tehlikeliymiş.
Hayvanlar toplanıp düşünmüşler ve sonunda aslanın yanına gitmişler. Aslana, “Bize dokunma. Biz de sana her gün yiyecek getirelim.” demişler.
Fakat tecrübeli aslan, hayvanlara güvenmediği için bu teklifi kabul etmemiş ve “Ben yiyeceğimi kendim bulurum.” demiş.
Hayvanlar, aslana söz vermişler ve aslan sonunda bu fikri kabul etmiş. Her gün aslanın yemeği ayağına götürülecekmiş.
Günler böyle geçmeye başlamış. Bir gün sıra tavşana gelmiş. Bunu duyan tavşan “Bu iş ne zamana kadar sürecek?” diye bağırmış ve aslanın yanına gitmek istememiş.
Yabani hayvanlar, tavşanı çağırıp, “Bu zamana kadar sözümüzde durduk. Bundan sonra karşı çıkıp adımızı kötüleme. Yürü, çabuk ol. Aslan rahatsız olmasın.” diyerek ona kızmışlar. Tavşan, arkadaşlarından biraz zaman istemiş. Hem kendisini hem de bu bölgedeki diğer hayvanları kurtaracak bir planı olduğunu söylemiş. Diğer hayvanlar bu planı çok merak etmişler; ama tavşanın ne yapmak istediğini öğrenememişler. Tavşan, biraz geç kalarak aslanın bulunduğu yere yaklaşmış. Aslan, çok sinirlendiği için ayağını yere vuruyormuş. Aslan, hayvanlarla anlaşmanın yanlış olduğunu düşünmeye başlamış. Tavşan, yavaş yavaş aslana doğru geliyormuş. Kızgın bir şekilde kükreyen aslan, tavşanın uzaktan geldiğini görmüş.
Tavşana:
– Filleri bile öldürebilirim biliyorsun değil mi? Küçücük bir tavşan da kim oluyor, diye bağırmış. Tavşan, aslana yalvarmış ve kendisini affetmesini istemiş. Niçin geç kaldığını anlatmış:
– Sormayın efendim, sabahın erken vaktinde bir arkadaşımla, yanınıza geliyordum. Ancak yolda bir başka aslan bize saldırdı. Yalvardım; yapma, bizim bir padişahımız var, dedim. O da, “Kim oluyor o padişah, seni de öldürürüm onu da!” diye karşılık verdi. Ben de son defa padişahımın yüzünü göreyim ve seni ona haber vereyim, dedim.
“Arkadaşını bana bırakırsan sana izin veririm.” dedi. Yalvardım, rica ettim; ama olmadı. Arkadaşımı aldı ve beni yalnız bıraktı. Arkadaşım hem güzel hem de benden iki kat daha büyüktü.
Aslan:
– Doğru mu söylüyorsun? Haydi beraber oraya gidelim ve onun cezasını verelim. Ama yalan söylüyorsan, senin cezanı veririm, demiş.
Bunun üzerine yola çıkmışlar. Biraz yürüyünce derin bir kuyunun yanına gelmişler.
Tavşan:
– İşte ikisi de şurada, demiş ve kuyunun içini göstermiş.
Kuyuya yaklaşan aslan, tavşanın geri çekildiğini fark etmiş ve:
– Niçin ayağını geri çektin, geride kalma, önüme geç, demiş.
Tavşan:
– Korkudan titriyorum, görmüyor musun? Elim ayağım tutmuyor. Beni kucağına alırsan o zaman bakabilirim, demiş.
Aslan tavşanı kucağına almış ve kuyunun içine bakmak için eğilmiş, kuyuda bir aslan ve şişman bir tavşan görmüş. Düşmanını suda gören aslan, tavşanı kucağından bırakmış ve kuyuya atlamış.
Tavşan, aslanı tuzağa düşürmüş ve ondan kurtulmayı başarmış. Büyük bir sevinç içinde arkadaşlarının yanına dönmüş. Onlara bu mutlu haberi iletmiş.
Bütün hayvanlar canlarını kurtardığı için tavşana teşekkür etmişler.

About Us
Nile Learning Center was established in Egypt in 1998 with the permission of the Egyptian Ministry of National Education. There are two branches of the center for men and women in one of the modern districts of Cairo, Nasr City. For more information please visit our website:
www.nilecenter.org