Turkish Stories for Turkish Learners
By following these podcasts, you can improve your Turkish language. Equip your headphones and listen to these podcasts in your free time, even while walking, sleeping, driving, cycling, and more. These podcasts will be beneficial in your understanding of the Turkish language. We advise all who learned Turkish at the basic level.
Episodes
Thursday Jan 26, 2023
Yolunacak Kaz / Turkish Stories C1
Thursday Jan 26, 2023
Thursday Jan 26, 2023
Yolunacak Kaz
Osmanlı Hükümdarları içinde kıyafet değişikliği yaparak halkın arasına çıkanlardan biri de II. Mahmut’tur.
II. Mahmut, bir yaz gününde yanına iki görevli alarak yola çıkar. Sirkeci’ye gelerek bir sandalla Beylerbeyi’ne geçeceklerdir. Şanslarına ihtiyar bir kayıkçı düşer. Amma ne kayıkçı! Yılların tecrübesiyle yolcuları hâllerine, tavırlarına ve kılık kıyafetlerine bakarak köylerini söyleyecek kadar tanımaktadır. Yeni gelen bu yolcuları da kıyafet değiştirmelerine rağmen tanır. Ancak asla ses çıkarmaz ve işine devam eder.
Beşiktaş önlerine geldiğinde padişah kayıkçıya:
– Baba, der. 32 ile nasılsın?
İhtiyar hiç tereddüt etmeden cevaplar:
– 32’yi 30’a vuruyorum 15 çıkıyor.
Biraz sessizlikten sonra padişah yeniden kayıkçıya sorar:
– İşitiliyor ki son zamanlarda şehirde hırsızlar artmış; senin evine de giren oldu mu?
– Bundan iki ay evvel biri girdi. Son günlerde birisi daha dadandı ya! Bakalım ne olacak?
Padişah susar. Kayıkçı da işine devam eder. Ancak görevliler konuşulanlardan bir anlam çıkaramazlar. Bu durum padişahın gözünden kaçmaz ve kayık, Beylerbeyi iskelesine yanaşmak üzere iken kayıkçıya sorar:
– Babalık, sana iki besili kaz göndersem, yolabilir misin?
– Hay hay efendi, ruhları duymaz, cascavlak ederim.
Padişah sandala bir kese akçe atar ve karaya çıkarlar. Görevliler hâlâ meraktadırlar. Ertesi gün, padişah ile kayıkçı arasında geçen konuşmayı anlamak için doğruca sahile giderler. Öyle ya bir sebep ile padişah hazretleri bu konuyu açar da sözlerin manasını kendilerine soruverirse!
İhtiyarı, kayıkçılar kahvehanesinde bulurlar. Çağırıp kendisiyle görüşmek istediklerini söylerler. Dışarı çıkıp kayıkla biraz uzaklaşırlar. Adamlar:
– Baba, dün Beylerbeyi’ne üç yolcu götürdün.
– Evet
– Onlardan ikisi biz idik; seninle konuşan da padişah hazretleriydi.
– Bir hatamız mı oldu ağalar?
– Hayır da biz konuştuklarınızı merak etmekteyiz.
– Canım, gizli şeyleri mi söyleteceksiniz bana?
– Haşa! Ancak...
İhtiyar nazlanırken ağalardan biri bir kese altın çıkarıp balıkçının avcuna sıkıştırır. O zaman ihtiyar, kayığın yönünü Sirkeci’ye doğru çevirip anlatmaya başlar:
– Sultanımız buyurdular ki, 32 ile necisin? Yani geçimin nasıldır, demek istedi. Ben ağzımda 32 dişim var; onu bir aya göre ayarlıyorum. Ay 30 gün. Ben ise ancak 15 gün iş bulabiliyorum, dedim.
– Eee?
İhtiyar yine nazlanır. Bu sefer diğer görevli keseye kıyar. İhtiyar devam eder:
– Sultanımız son aylarda hırsızlar çoğaldı, sana da gelen oldu mu dedi. Yani “kaşık hırsızlarını” kastederek ‘son günlerde evlenmeler arttı. Senin çocuklarından da evlenen oldu mu?’ demek istedi. Ben de “Evet evime bir hırsız girdi, yani oğlumun biri evlendi; diğeri için de hazırlıklar var, bakalım, Allah Kerim” dedim. Padişahın hırsızdan kastı, kaşık hırsızı, yani gelin idi.
Görevliler “Meğer ne kadar basitmiş!” anlamında birbirlerine bakarken kayıkçı sandalı iskeleye yanaştırır.
– Ya üçüncü soru ne idi?
İhtiyar, yavaşça sandaldan çıkıp misafirlerini uğurlarken şu cevabı verir:
– Padişah efendimiz buyurdular ki iki besili kaz göndersem onları yolabilir misin? Allah ömrünüzü arttırsın, işte sizleri gönderdi.
O günden sonra bu olay halk arasında konuşulur oldu ve kolay para kaptıranlar için “yolunacak kaz” deyimi de dilimize böylelikle yerleşti.
Thursday Jan 19, 2023
Adı Yemendir / Turkish Stories C1
Thursday Jan 19, 2023
Thursday Jan 19, 2023
Adı Yemendir
Havada bulut yok, bu ne dumandır
Mahlede ölü yok, bu ne figandır?
Ana ben ölmedim, bu ne şivandır?
Ano Yemen'dir, gülü çemendir
Giden gelmiyor, acep nedendir?
Kışlanın ardında üç ağaç incir
Kolumda kelepçe, boynumda zincir!
Zincirin yerleri ne yaman sancır!
Ano yemendir, gülü çemendir
Giden gelmiyor, acep nedendir?
Thursday Jan 12, 2023
Halk Gerçeğimiz Ağıtlar / Turkish Stories C1
Thursday Jan 12, 2023
Thursday Jan 12, 2023
Halk Gerçeğimiz Ağıtlar
Gidenin ardından,
Analar ağıt yakarmış
Bizim ellerde.
Ya gelene anam ya gelene
Ateşler yakılmaz mı?
Düğün bayram edilmez mi?..
Acının tarihi çok eskidir Anadolu’da. Anadolu, topraklarının halklara yurt olmasından bu yana nice yıkımlar, zulümler görmüş; acıların bıraktığı derin izlerle bugünlere kadar gelmiştir. Anadolu insanı da toprağı gibi acılarla yoğrulmuştur. İşte onun içindir ki, Anadolu’da acının tarihi kadar ağıtların tarihi de eskidir.
Halk ağıt yakarken söz kaygısı, beste kaygısı gütmemiştir. Ağıtlar gerçek olaylara dayanır. Hepsinin bir öyküsü vardır. Olayın büyüklüğü oranında yaygınlaşır, kuşaktan kuşağa aktarılır. Kimi zaman ufak tefek değişikliklere uğrayarak da söylenir. Kimi ağıtların yazanı belli iken kimilerinin kim tarafından yazıldığı belli değildir. Tek bir kişi tarafından söylense de zamanla halka mal olmuş, dilden dile yayılmıştır.
Anadolu’da gelenekselleşen ağıt türü, ölen kişinin ağzından ya da yakınları, babası, anası, sevdalısının ağzından söylenen törensel ağıtlardır. Ağıtçı, ölen kişinin övülecek yönlerini sayar; güzelliğini, yürekliliğini, yiğitliğini, boyunu-posunu över. Eğer yaşadığı sürece mutluluk görmemişse, ölenin yaşantısı boyunca çektiklerini, yaşadığı acıları, anılarını, ölüm şeklini anlatır. Doğal ölümler dışında olan ölümlere yakılan ağıtlar daha çok yaygındır. Örneğin; bir kişinin daha genç yaşta bir kaza sonucu ölmesi ya da düşman eliyle gelmiş bir ölüm, genç bir gelinin vakitsiz ölümü gibi...
“Bu nasıl iştir bu nasıl hışım
Arada mı kaldın belalı başım
Hem yavrum gitti hem de yoldaşım
Ben bu derdin hangisine yanayım.”
Bu ağıt, aynı aileden altı kişinin hastalıktan ölümü üzerine bir yöre aşığı tarafından yakılmıştır. Bugün hâlâ söylenen ve çok bilinen bir ağıttır.
Törensel ağıtlardan bir diğeri de evlenme törenlerinde yakılandır. Kına gecelerinde söylenen türkülere “gelin ağıtı” veya “gelin yası” denir. Bunlardan en bilineni gelinin ağzından söylenen kına türküsüdür:
Kınayı getir aney
Parmağın batır aney
Bu gece misafirem
Koynunda yatır aney
Kimi zaman çaresizliğin dili olur ağıtlar. Doğal afetler karşısında çaresizdir halk. Çünkü doğal afetler karşı konulmaz olarak görülür. Yitirdiği sadece eşi-dostu, akrabası olmaz bu afetlerde. Evi, eşyası, varı-yoğudur yok olan. Umutları; nice acılara, nice yokluklara katlanarak kurduğu hayatıdır yitip giden. Bundan dolayıdır ki ağıtlar yok olana hayıflanmayı dile getirir.
“Sana derim sana söngüm Erzincan
Hani yeşil bağın şiirli otağın?
Bağrına bastırdın nice yüz bin can
İnsan gurhanası taşın toprağın.”
Kimi zaman savaşlarda can verenlere duyulan acının dili olur ağıtlar. Yüzyıllardan bu yana birçok savaşa tanıklık etmiştir Anadolu toprakları. Halk, gün olmuş ülkesini düşmanından kurtarmak için savaşmış, gün olmuş zalimlerin zulmüne karşı isyan etmiş, gün olmuş savaşlara sokulmuştur. Her defasında da çok kayıp vermiş, çokça canlar yitirmiştir bu savaşlarda.
Duyduğu acı, sınırsız ve tarifsizdir. Çünkü eşi, oğlu, kardeşi, bir daha dönmemiştir geriye.
Çanakkale içinde vurdular beni
Ölmeden mezara koydular beni
Of! gençliğim eyvah
Bugünlere kadar gelen ve yaygın olarak bilinen Yemen, Sarıkamış, Çanakkale ağıtları bu türden ağıtlardır. Bu kadar yaygın bilinmesinin nedeni Anadolu halklarının tümünü derinden etkilemesi ve günümüze kadar türküleşerek gelmesidir. Bunlar uzaklarda can vermiş bir yakınının ölümüne yanan bir tek kişinin; belki bir ananın, bacının, bir eşin sözleri, yakınışıdır aslında. Ama bir tek kişiye yakılsa da, artık aynı alın yazısını paylaşan on binlerin, yüz binlerin olur o ağıt.
Adı Yemen’dir, gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir?
Thursday Jan 05, 2023
Karagöz ve Hacivat / C1 / Traditional Turkish Shadow Play
Thursday Jan 05, 2023
Thursday Jan 05, 2023
Karagöz ve Hacivat
Hacivat (Soldan girer.)
Hacivat: Vay Karagözüm, canım efendim, devletlim, sultanım, günaydın!
Karagöz : Hay, bostan kuyusunun dibinde kalaydın!
Hacivat: Karagözüm, hayırlı sabahlar olsun!
Karagöz : Leş kargaları iki gözünü oysun! (Vurur)
Hacivat: Aman Karagözüm, bana niçin vurursun? Ben sana güzel, hayırlı sabahlar diledim.
Karagöz : Hasta yatıyordum, kafamı ütüledin.
Hacivat: Niyetim akıl danışmak, yenemediğim bir güçlüğü yenmekti. Gece uykularım kaçtı. Düşündüm taşındım... Diyorum ki, bir iş çevirelim seninle...
Karagöz : Çeviririz. Ama çevirdiğimiz bütün işler, sonunda arap saçına döner.
Hacivat: Hayır, dönmez gözümün elifi.
Karagöz : Şeytan diyor, gırtlakla şu herifi!
Hacivat : Çok düşündüm, kazın ayağı öyle değil bu sefer.
Karagöz : Peki nasılmış? Çıkar ayakkabını göster!
Hacivat : Karagözüm, gece aklıma gelen öyle bir iştir ki, Allah inandırsın, azıcık bir emekle küpünü dolduracak, paraya para demeyeceksin.
Karagöz : Daha dırlanırsan, köteği yiyeceksin! (Vurur)
Hacivat : Ben bu tokatları, girişeceğim işin hatırı için yiyorum, yoksa yemem.
Karagöz : Kırk yıllık sansara kurnaz tilki diyemem.
Hacivat : Karagözüm, sen hiç sinema bilir misin?
Karagöz : Bilirim.
Hacivat : Doğru söyle, hiç sinemaya gittin mi?
Karagöz : Gittim.
Hacivat : Nasıl bir yerdir?
Karagöz : Karanlıktır.
Hacivat : Tamam, bunu bildin. Peki, insan sinemaya niçin gider?
Karagöz : En başta, elbette, gözünü gönlünü eğlendirmek için gider.
Hacivat : Hisse kapmaz mı?
Karagöz : Kapar.
Hacivat : İbret dersi almaz mı?
Karagöz : Alır.
Hacivat : Peki, bir film çevirsek, o hisseyi, ibret dersini veremez miyiz?
Karagöz : Veremeyiz.
Hacivat : Niye?
Karagöz : Sende tıraş çok, bende okuma yazma yok.
Hacivat : Bak Karagözüm, biraz düşün; her filmin içine bunca çarşı pazarı neden koyarlar?
Karagöz : Koyarlar ki Hacivat, bu ölümlü dünyanın ucunda pazar var, pazarlık var. Her şey uyuşmaya bakar.
Hacivat : Bak, nazar değmesin, bu işin olacağına senin de aklın kesti. Şimdi sıra, "Hicran Yarası" adlı bu filmin prodüktörünü, rejisörünü, senaristini ve baş artistini bulmaya geldi.
Karagöz : Saydıkların nedir? Anlayamadım.
Hacivat : Çevrilecek filmin yapımcısı, çekim- cisi, yazıcısı, yönetmeni, baş oyuncusu. Sıra bunları bulmaya geldi.
Karagöz : Saydıkların olmadan film çekilemez mi?
Hacivat : Çekilemez.
Karagöz : (Üzerine yürür) Sen şöyle uzak dur, ben çekerim.
Hacivat : Çekemezsin.
Karagöz : Pilâvdan dönenin tahta kaşığı kırılsın, çekerim.
Hacivat : Karagöz, sen çıldırdın mı?
Karagöz : Saydıklarının hepsi ben olacağım.
Olamazsam, ya şu senin keçi sakalını, ya da şu benim top sakalımı yolacağım.
Mehmet SEYDA
Monday Jan 02, 2023
Modern Çağın Bazı İcatları / Turkish Stories A2
Monday Jan 02, 2023
Monday Jan 02, 2023
Modern Çağın Bazı İcatları
A) Yollarda otobüslerde ya da başka yerlerde insanlar tek başlarına konuşuyorlar kulaklarında kulaklık anlıyorsunuz ki cep telefonu ile konuşuyorlar. Bunlar artık o kadar yaygınlaştı ki insanlara sabit telefonlardan daha cazip geliyor.
B) İnsanları bulmak bilgi paylaşımı, okumak, öğrenmek ,film izlemek ve daha çok fazlası bunların bir arada toplayan tek bir platform var. İnternet
C)Nakit taşımak zor iş artık...İhtiyacın olduğunda bankadan para çekmek de hemen olmuyor. 1980'lerin sonunda insanların yaşam biçimi oldu. Kredi kartı gibi borç batağına sokma riski de yok. Çünkü banka kartlarını hesabınızda para varsa kullanabiliyorsunuz.
Ç) İşte hayatı değiştiren bir buluş. Yıldırım hızıyla bilgi işleme ve küçük alanlarda ömür boyu saklama yeteneği bilgisayarı en büyük icatlardan biri yapıyor. Daktilo ilk çıktığı zaman mucize olarak kabul edildi. Daktiloyla yan yana bile konulamayan bilgisayarın ne kadar büyük bir icat olduğu tartışılmaz.
D)Yavaş yavaş yaygınlaşmaya başlayan bir icat, gücünü hem benzinden hem de elektrikten alabilmesi, petrol ihtiyacını büyük oranda ortadan kaldırıyor. Benzinli motorların tamamen ortadan kalkması şimdilik imkânsız ama hibrit motorların yaygınlaşması ekonomiye ve çevreye rahat nefes aldıracak.
E)Zaman ve mekân sınırlaması olmadan paylaşımın, tartışmanın esas olduğu bir insanı iletişim şekli, insanlara yardım eder. Onlardan yardım alır sorularına cevap verir ve ki sorularınızı sorarsınız. Bu bakımdan resmi olmayan eğitim yollarından da bir tanesidir sosyal medya.
F)Plaklar, kasetler ve CD’lerin ardından dijital MP3’lerin gelmesi bir devrim niteliğinde aslında. Çoğaltması da rahat saklaması da... İnsanların bunları yanlarında rahat taşıyabilmeli de büyük kolaylık müzik çalarlar artık müzikseverler için vazgeçilmez bir araç.
Thursday Dec 29, 2022
Tiyatro / Turkish Stories C1
Thursday Dec 29, 2022
Thursday Dec 29, 2022
Tiyatro
Kitleleri bilinçlendirmek, çözüm yollarını araştırmaya yöneltmek, yol göstermek, kısacası bireyi eğitmek, tiyatronun toplumdaki en önemli işlevi olarak benimsenmiştir. Tiyatro, seyirci-oyuncu arasındaki etkileşime dayanmaktadır.
Tiyatronun amaçlarından birisi de, bireylerde davranış değişikliği sağlamaktır. Okur-yazar olmayan geniş kitleyi, doğrudan bir etkileşim ve iletişimle etkiler. Tiyatronun bireylerde davranış değişikliği sağlamaya yönelik bir etkinliği içermesi, doğal olarak onun eğitsel rolünü ortaya koymaktadır. Tiyatronun, diğer görsel ve işitsel iletişim araçlarına göre bireyi etkileme gücü daha yüksektir. Çünkü, diğer iletişim araçlarında tek yönlü bir etkiye dayanan iletişim söz konusudur. Oysaki tiyatroda gerek oyuncu izleyici arasında, gerekse izleyiciler arasında yoğun bir etkileşim söz konusudur. Ancak, tiyatronun aynı anda sınırlı bir izleyici kitlesine yönelik olması, uzun bir süre aynı konuları işlemesi, etki alanını daraltmaktadır. Sinema ve televizyon aynı anda büyük kitlelere hitap edebilmesine karşın, tiyatro kadar etkileyici olamamaktadır.
Sahne, seyircinin aynasıdır. İnsana insanı gösteren, tüm güzellikleriyle, çirkinlikleriyle insanın kendini görmesini sağlayan bir ayna! İnsanı insana, insanla ve insanca anlatan bu güçlü sanat türü asırlarca toplulukların kültürlerinden eksik etmedikleri “TİYATRO”dur. Teknoloji imkânlarından çok önce bile daha çok insana sesini tiyatro yolu ile iletmek için yüzlerce tiyatro inşa edilmiştir.
Tiyatro, hayatın bir kopyası olduğu, aynı zamanda konusu bakımından, harekete, sese, bazen de müziğe yer verdiği için, güzel sanat dalları içinde en ilgi çekicilerinden biridir.
Tiyatro, Eski Yunan’dan doğmuştur. Hayatın maddî, manevî her davranışını bir masala, bir mitolojiye bağlayan bu insanlar eğlence konusunda da bir “kahraman” düşünmüşlerdi. Eski Yunan’da yılda bir defa, belli günlerde “şenlikler” düzenlenir, bu şenlikler sırasında bazı kimseler ortaya çıkar, taklitler yapar, güldürücü hikâyeler anlatırdı. Önceleri rastgele kimselerin akıllarına estikçe yaptıkları bu oyunlar, zamanla, şenliklerin geleneği oldu. Daha sonraları bazı kimseler, bu işi kendilerine meslek edindiler. Böylece oyuncusu tek kişi olan ilk tiyatro (monolog) ortaya çıkmış oldu. Bir süre böyle giden tiyatroda kişiler sonradan ikiye çıktı. Anlatmanın yerine diyalog (karşılıklı konuşma) geçince konu daha canlı, daha ilgi çekici bir seviyeye yükseldi. Üçlü konuşmalardan sonra da artık oyunlar bir meslek, bir sanat hâline geldi. O çağdaki tiyatronun henüz edebiyatı yoktu. Oyuncuları ya ustalıklarına güvenerek ortaya çıkarlar ya da kendilerinin düzenledikleri konuları oynarlardı.
Tiyatro, Eski Yunan’da uzun süre alanlarda oynanmıştır. Oyuncular, oyunlarını yerden yarım metre kadar yükseltilmiş bir set üzerinde gösterirlerdi. Seyirciler de onların çevresinde halka olarak toplanırlardı. Oyunlar rağbet kazanıp tiyatro yazan büyük şairler ortaya çıktıktan sonra “açık hava tiyatroları” ortaya çıkmıştır. 5-15 bine hatta 20 bine kadar seyirci alan bu ilk tiyatrolar, bir yamaçta kurulurdu. Seyirciler basamaklı yerlerde oturur, hepsi sahneyi kolaylıkla görürdü. Bu yapılardaki akustik düzeni o kadar ustaca yapılmıştı ki, en arkadaki seyirciler bile sahnedeki sesleri duyabilirlerdi.
15. yüzyıl sonlarında tiyatro yavaş yavaş hayatın çeşitli olaylarını her yönden ele alıp işleyen bir sanat hâline gelmeye başladı. Normal konuşmaların, davranışların yanı sıra müziğin de tiyatroya girmesi bu zamana rastlar. 16. yüzyılın ikinci yarısında ise “opera” türü gelişmeye başladı. 18. yüzyılda Avrupa’nın büyük şehirlerinde tiyatro binaları yükselmeye başladı. Artık tiyatro özel tekniği ile başlı başına özgür bir sanat dalı oldu.
20. yüzyılın başında ortaya çıkan sinemanın tiyatronun yerini alacağı, belki bu sanat dalını öldüreceği endişesi ise gerçekleşmemiştir. Çünkü sinemada, çok daha geniş imkânlara rağmen, tiyatronun derinliği, inceliği, sıcaklığı, seyirci üzerindeki etki gücü yoktur. Öte yandan, son yıllarda bütün dünyada, tiyatroya karşı ilgi daha da artmış.
Monday Dec 26, 2022
Gazete Gelmiş mi? / Turkish Stories A2
Monday Dec 26, 2022
Monday Dec 26, 2022
Özdemir Ailesi gazete okumayı çok sever. Bu yüzden onların evine her gün 2 gazete gelir. Murat Bey her sabah kalkar kalkmaz ilk iş olarak posta kutusundaki gazeteleri alır. Eşi Ayşe Hanım kahvaltıyı hazırlarken o gazeteleri okumaya başlar. Murat Bey gazete okumaya birinci sayfadaki haberlerden başlar. Daha sonra spor sayfalarına geçer ve sporla ilgili haberleri okur. Daha sonra gazeteleri Selim alır. Selim, Murat Bey ile Ayşe Hanım'ın tek oğludur. O üniversitede Güzel Sanatlar bölümünde okuduğu için daha çok gazetelerin kültür ve sanat haberlerine ilgi duyar. Ayşe hanım ise gazetelere genellikle kahvaltıdan sonra okur. Eşi ve oğlu evden çıktıktan sonra kendisine güzel bir kahve hazırlar sonra keyifle hem kahve içer hem gazeteleri okur. Ayşe Hanım gazete haberleri arasında bir ayrım yapmaz o gazetedeki bütün haberleri okur özellikle de kadın aile sayfalarını okur.
Thursday Dec 22, 2022
Görmek ve Bakmak / Turkish Stories C1
Thursday Dec 22, 2022
Thursday Dec 22, 2022
Görmek ve Bakmak
Etrafımızda olanları gözlerimizle, bir problem yoksa görürüz; fakat bunlara bakmayabiliriz. Onun için "görmek" ile "bakmak" arasında fark vardır.
Görmek, bilinç dışı bir hâl ya da harekettir. Göz açık bulunduğu zaman dıştaki nesneler, ister istemez ona çarpar. Hiçbir şey düşünmeyerek gezdiğimiz zaman, gökyüzünü, ağaçları, akarsuyu görürüz; evleri, insanları görürüz; yağmur ya da kar yağdığını görürüz. Bunların izleri birbiri ardınca gelir, birbirini silerek geçer. Biraz sonra bu görmüş olduklarımızı zar zor, eksik gedik hatırlarız.
Bakmak, iradeli ve düşünceli bir eylemdir. Bir anıt, güzel bir yapı önünde dururuz, eğer kendimizi ona bakmaya zorlarsak, onun güzel taraflarını çıkartırız; üslûbuna, organlarına bakarız. Bir bahçeden geçerken, bir asker geçişini seyrederken, eğer onlara bakacak olursak, öteki bahçeden, başka askerlerden onları ayırt eden noktaları buluruz.
Bir şeye bakan, yani gözünün önünde yayılmış şeyleri düşünceli bir bakışla görmeye çalışan bir kimse, onları tanımaya, ilerisi için karşılaştırma noktaları çıkarmaya, az çok, açık ve sürekli bir izlenim elde etmeye çalışan kimse demektir.
Görmek, organlarımızdan birinin doğal bir işidir. Nefes almayı nasıl öğrenmiyorsak, görmeyi de öğrenmek zorunda değiliz. Bakmak ise görüşümüzün eğitimi ile olur. Gayet sade, normal olan bu eğitim, çok defa önem verilmemek yüzünden yapılmıyor ve insanların çoğu bakmayı bilmiyorlar. Öğretmenlerden çoğu, ödev düzeltirken tasvirlerin bayağılığından, örneklerin kuruluğundan bezmiş hâlde bulunurlar. Sanki öğrenci anadan kördür ya da sanki çölde yaşamış bir kimse gibi hiçbir şey görmemiş, hiçbir şey duymamıştır.
Bir yazma ödevinde: "O gün bahçedeydik..." diye başlayan öğrencilere sorunuz. Hiç bahçe görmüşler mi? Görmüşlerdir elbet. Fakat bu bahçe nasıldır? Etrafı ne ile çevrilmiştir? İçinde hangi ağaçlar, ne gibi çiçekler vardır? Bahçeyi hangi mevsimde görmüşlerdir? Size belli belirsiz cevaplar vereceklerdir; çünkü "alıcı gözüyle" bakmamışlardır, bu yüzden de hatırlarında kalan "basmakalıp bir bahçe"dir.
Bir yolda gidiyorlar, ana yol mu, sade bir yol mu olduğunun farkında mıdırlar? Manzarayı birkaç gerekli ayrıntıyla, açıkça anlatabiliyorlar mı? Hayır. Bu onlar için sadece bir yoldur; oradan arabalar geçer, gürültü yapar ve toz çıkarır, o kadar!
Belki yüz kere bir çay, bir dere, bir havuz görmüşlerdir. Fakat onların içinde sadece bir şey olduğunun farkındadırlar, o da yalnız su. Hele anıtlar, eskiden kalma değerli yapılar, eski bir yıkıntı ya da çiftlik olursa bu berbatlık kendini daha açık gösterir. Belki bunu, çok yakından incelemedikleri bir konu şeklinde olduğu için verirsiniz; bu çeşit resimler görmüşlerdir; bu resimlere bir göz atıp geçmişler, akıllarında tutmaya değer bir nokta bulamamışlardır.
Bakmaya ve baktığı şeyleri incelemeye alışmak, yeni bir dünya bulmak, yeni zevkler verecek şeylerle karşılaşmak demektir. Çevremize dikkatle bakar incelersek, onu daha çok ve anlayarak severiz.
Mustafa Nihat ÖZÖN
Monday Dec 19, 2022
Erzincan Depremi / Turkish Stories A2
Monday Dec 19, 2022
Monday Dec 19, 2022
Tarih 13 Mart 1992 günlerden cumaydı. Saatler 19:08’i gösterdiğinde Erzincan'da bir büyük bir deprem meydana geldi. Deprem 6,8 şiddetinde idi. Bu deprem Erzincan'da meydana gelen altıncı büyük depremdi. Maalesef depremde 653 kişi öldü. 3850 kişi de yaralandı. Binlerce bina esi yıkıldı veya hasar gördü. Depremden hemen sonra kurtarma çalışmaları başladı. Depremden mucizevi şekilde kurtulanlar vardı. Bunlardan biri de Nurcan Eraslandı. Nurcan Eraslan o zaman 22 yaşındaydı. Bir hastanede hemşire olarak çalışıyordu. Deprem olduğunda hastanenin beşinci katındaydı. Depremde binlerce bina ile birlikte hastane de yıkıldı ve Nurcan enkaz altında kaldı. Depremden sonra arama kurtarma ekipleri Nurcan hemşireye tam 9 gün sonra enkaz altından çıkardı. Bu süre boyunca Nurcan sadece yağmur suyu içerek hayatta kalmayı başardı. Nurcan hemşireye hemen hastaneye götürdüler. Tedavisi günlerce sürdü. Böyle bir afetten ucuz kurtulmuştu. Hayat her şeye rağmen devam ediyordu.
Thursday Dec 15, 2022
Okumanın Değeri / Turkish Stories C1
Thursday Dec 15, 2022
Thursday Dec 15, 2022
Okumanın Değeri
Okumayı alışkanlık hâline getirmek bugünkü okulun ve eğitimin başlıca amacıdır. Bütün eğitim ve öğretim kurumları, çeşitli araçlarla bu amacın gerçekleşmesine çalışmaktadır. Çünkü sadece bireylerin gelişmesi için değil, ulusların kalkınma ve yükselme davasında da bu nokta, ihmal edilmeyecek bir gerçektir.
Okumak gibi soylu bir hareketten, kitap gibi iyi bir arkadaştan kim vardır ki kendini uzak tutsun, yararını ve gerekliliğini inkâr etsin? Muhakkak ki iyi memur, iyi işçi, iyi tüccar, iyi sanatçı… kısacası iyi vatandaş, daha çok okumuş ve okuyan kimseler arasından çıkmıştır ve çıkacaktır.
Hoace Mann (Hos Man), okumanın gücünü şöyle anlatır: “Eğer mümkün olsaydı her karış toprağa buğday eker gibi kitap ekerdim.”
Kitap, ruh dengesini sağlayan bir araç, bir teselli ve huzur kaynağı olduğu kadar uygar ve teknik bir gerekliliktir de. Bunun içindir ki toplumlar, uygarlık yolunda ilerledikçe kitaptan uzaklaşmak şöyle dursun, ona yaklaşmakta, ondan ayrılamamaktadır. Bir zamanlar sinema, radyo, televizyon gibi teknik araçlar karşısında kitabın gözden düşeceğini ileri sürenler görüldü ise de yıllar sonra anlaşıldı ki kitap için bir tehlike söz konusu değildir. Kitap hiçbir zaman değerini kaybetmeyecektir.
Artık herkesçe benimsenmiştir ki bir insanın kültür ve bilgi düzeyini sadece gördüğü öğrenim derecesiyle değil, okuldan sonra, okuduğu kitaplarla ölçmek mümkündür. Çünkü hayatta, bir iş, bir meslek adamı olarak yapılan okuma, hayat için okumadır.
Zoraki ve baskı altında olmayarak yapılan bir okuma, elbette daha verimlidir, daha anlamlıdır ve bir ihtiyacın karşılığıdır. Bu nitelikteki bir okuma insana araştırma, bulma ve bunları birleştirme zevki verir.
İşte bütün sorun, bu geliştirici ve planlı okumayı okul sıralarında alışkanlık hâline getirebilmektir. Okuma alışkanlığı olan bir çocuk ise hızlı okuma yeteneği kazanarak kolaylıkla yeni bilgiler edinmenin, anlamanın, hissetmenin zevkini tadacak; okurken sıkılmayacaktır. Okudukları sayesinde kelime hazinesi zenginleşmiş olacağından sözlü ve yazılı anlatımda da güçlük çekmeyecektir.
Okuma; önce harf yığınları üzerinde mekanik bir çalışma, sonra da onların altındaki gizli anlamları kavrama demektir.
Okuduklarımızdan yararlanabilmede; hızlı okumanın ve tekrarlamanın önemi büyüktür. Ağır giden bir okumadan bazen hiçbir şey anlamak mümkün değildir. Okumaktan zevk alabilmek için hızlı okumak ve okuma tekniğini bilmek gerekir.
Kekeleyerek ve karmakarışık konuşarak okuldan çıkan bir çocuk, hayatta okuma zevkini tadamayacağı gibi bildiğini de unutacaktır.
Bir eseri tekrar okumak, ilk okumada görülemeyen, sezilemeyen yerleri görmek ve kavramak bakımlarından önemlidir. Kitap, dersini her zaman tekrarlamaya hazır bir öğretmen olduğuna göre her başvuruşumuzda bize yeni bir şeyler öğretecektir.
Enver Naci GÖKŞEN
About Us
Nile Learning Center was established in Egypt in 1998 with the permission of the Egyptian Ministry of National Education. There are two branches of the center for men and women in one of the modern districts of Cairo, Nasr City. For more information please visit our website:
www.nilecenter.org