Halk Gerçeğimiz Ağıtlar
Gidenin ardından,
Analar ağıt yakarmış
Bizim ellerde.
Ya gelene anam ya gelene
Ateşler yakılmaz mı?
Düğün bayram edilmez mi?..
Acının tarihi çok eskidir Anadolu’da. Anadolu, topraklarının halklara yurt olmasından bu yana nice yıkımlar, zulümler görmüş; acıların bıraktığı derin izlerle bugünlere kadar gelmiştir. Anadolu insanı da toprağı gibi acılarla yoğrulmuştur. İşte onun içindir ki, Anadolu’da acının tarihi kadar ağıtların tarihi de eskidir.
Halk ağıt yakarken söz kaygısı, beste kaygısı gütmemiştir. Ağıtlar gerçek olaylara dayanır. Hepsinin bir öyküsü vardır. Olayın büyüklüğü oranında yaygınlaşır, kuşaktan kuşağa aktarılır. Kimi zaman ufak tefek değişikliklere uğrayarak da söylenir. Kimi ağıtların yazanı belli iken kimilerinin kim tarafından yazıldığı belli değildir. Tek bir kişi tarafından söylense de zamanla halka mal olmuş, dilden dile yayılmıştır.
Anadolu’da gelenekselleşen ağıt türü, ölen kişinin ağzından ya da yakınları, babası, anası, sevdalısının ağzından söylenen törensel ağıtlardır. Ağıtçı, ölen kişinin övülecek yönlerini sayar; güzelliğini, yürekliliğini, yiğitliğini, boyunu-posunu över. Eğer yaşadığı sürece mutluluk görmemişse, ölenin yaşantısı boyunca çektiklerini, yaşadığı acıları, anılarını, ölüm şeklini anlatır. Doğal ölümler dışında olan ölümlere yakılan ağıtlar daha çok yaygındır. Örneğin; bir kişinin daha genç yaşta bir kaza sonucu ölmesi ya da düşman eliyle gelmiş bir ölüm, genç bir gelinin vakitsiz ölümü gibi...
“Bu nasıl iştir bu nasıl hışım
Arada mı kaldın belalı başım
Hem yavrum gitti hem de yoldaşım
Ben bu derdin hangisine yanayım.”
Bu ağıt, aynı aileden altı kişinin hastalıktan ölümü üzerine bir yöre aşığı tarafından yakılmıştır. Bugün hâlâ söylenen ve çok bilinen bir ağıttır.
Törensel ağıtlardan bir diğeri de evlenme törenlerinde yakılandır. Kına gecelerinde söylenen türkülere “gelin ağıtı” veya “gelin yası” denir. Bunlardan en bilineni gelinin ağzından söylenen kına türküsüdür:
Kınayı getir aney
Parmağın batır aney
Bu gece misafirem
Koynunda yatır aney
Kimi zaman çaresizliğin dili olur ağıtlar. Doğal afetler karşısında çaresizdir halk. Çünkü doğal afetler karşı konulmaz olarak görülür. Yitirdiği sadece eşi-dostu, akrabası olmaz bu afetlerde. Evi, eşyası, varı-yoğudur yok olan. Umutları; nice acılara, nice yokluklara katlanarak kurduğu hayatıdır yitip giden. Bundan dolayıdır ki ağıtlar yok olana hayıflanmayı dile getirir.
“Sana derim sana söngüm Erzincan
Hani yeşil bağın şiirli otağın?
Bağrına bastırdın nice yüz bin can
İnsan gurhanası taşın toprağın.”
Kimi zaman savaşlarda can verenlere duyulan acının dili olur ağıtlar. Yüzyıllardan bu yana birçok savaşa tanıklık etmiştir Anadolu toprakları. Halk, gün olmuş ülkesini düşmanından kurtarmak için savaşmış, gün olmuş zalimlerin zulmüne karşı isyan etmiş, gün olmuş savaşlara sokulmuştur. Her defasında da çok kayıp vermiş, çokça canlar yitirmiştir bu savaşlarda.
Duyduğu acı, sınırsız ve tarifsizdir. Çünkü eşi, oğlu, kardeşi, bir daha dönmemiştir geriye.
Çanakkale içinde vurdular beni
Ölmeden mezara koydular beni
Of! gençliğim eyvah
Bugünlere kadar gelen ve yaygın olarak bilinen Yemen, Sarıkamış, Çanakkale ağıtları bu türden ağıtlardır. Bu kadar yaygın bilinmesinin nedeni Anadolu halklarının tümünü derinden etkilemesi ve günümüze kadar türküleşerek gelmesidir. Bunlar uzaklarda can vermiş bir yakınının ölümüne yanan bir tek kişinin; belki bir ananın, bacının, bir eşin sözleri, yakınışıdır aslında. Ama bir tek kişiye yakılsa da, artık aynı alın yazısını paylaşan on binlerin, yüz binlerin olur o ağıt.
Adı Yemen’dir, gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir?
Comments (0)
To leave or reply to comments, please download free Podbean or
No Comments
To leave or reply to comments,
please download free Podbean App.