Çalıkuşu
Feride, Anadolu’nun bir köyünde öğretmendir. Öğrencisi Munise, bir suç işlemiş, üvey annesinden korktuğu için, fırtınalı bir kış günü evden kaçmıştır. Köydeki herkes gibi Feride öğretmen de onun için endişe etmektedir. Okuyacağınız metinde Munise’nin Feride öğretmene sığınması anlatılmaktadır. Kapı açılır açılmaz içeriye karlı bir rüzgâr doldu, ihtiyar kadının elindeki mum birdenbire söndü. Karanlıkta kollarımın içine buz gibi donmuş, küçük bir vücut düştü. Hatice Hanım, tekrar mumunu yakmaya uğraşırken, ben onu göğsümde sıkıyor, hıçkıra hıçkıra ağlıyordum.
Son kuvvetini tükettiği anlaşılan Munise, kollarımda baygın gibiydi. Yüzü mosmor, saçları dağılmış, elbisenin içine kadar dolmuştu. Çocuğu soyduktan sonra kendi yatağıma yatırdım. Hatice Hanım’ın mangalında ısıttığım fanila parçaları ile vücudunu ovuşturmaya başladım. Munise kendine gelir gelmez ilk sözü: “Bir parça ekmek!” diye yalvarmak oldu. Bereket versin biraz sütümüz vardı. Hatice Hanım’la sütü ısıttık ve kaşık kaşık çocuğa vermeye başladık.
Dakikalar geçtikçe Munise’nin yüzü kızarmaya, gözlerine fer gelmeye başlıyordu. Kollarımda ara sıra içini çekiyor, kim bilir hangi acı ile için için ağlıyordu. Ah, şu çocuk gözlerindeki minnet! Dünyada, bir parça iyilik edebilmekten daha güzel bir şey olmuyor.
Fırtına içerisinde eski bir gemi teknesi gibi sallanan bu sefil ve karanlık oda, ocağın kızıl akisleri içerisinde birdenbire öyle sevimli ve mutlu bir yuva olmuştu ki, biraz önce hayata gösterdiğim güvensizlik için kendi kendimden utanıyordum.
Çocuk artık konuşmaya başlamıştı. Kolları koynumda, sarı saçları bileklerimden dökülerek gözlerime bakıyor, sorduğum sorulara ağır ağır cevaplar veriyordu: Dün akşam, üvey annesinden çok korkmuş, köyün öte ucundaki bir ambara kaçarak samanların arasına girmiş. Samanlar insanı yatak gibi sıcak tutuyormuş. Fakat bugün çok acıkmış. Dışarı çıkarsa tutup yine eve götüreceklerini biliyormuş. Onun için, çaresiz geceyi beklemiş.
Zavallı çocuğun en büyük ümit yeri benmişim. Bütün gün “Hoca Hanım mutlaka bana ekmek verir.” diye kendini avutmuş. Biraz sonra çocuğun parlak gözlerine bir gölge düştüğünü, parlak neşesinin sönmeye başladığını fark ettim. Sormaya lüzum yoktu. Çünkü aynı korku bende de uyanmıştı. Yarın sabah Munise’yi yine eve göndermek gerekecekti.
İçimde sönük bir ümit yok değildi. Çok güzel bulduğumuz için, hiçbir zaman elimize geçemeyecek sandığımız şeylere karşı duyulan o ümitsiz ümit. Munise’de neticesiz bir rüya uyandırmaktan korkar gibi yavaş bir sesle Hatice Hanım’a dedim ki:
– Mademki bu kızı evlerinde istemiyorlar; acaba ben onu kendime evlat etmek istesem razı olurlar mı? Benim de kimsem yok. Vallahi bu çocuğa kendi evladım gibi bakarım. Acaba vermezler mi? Bu çılgın arzum, Hatice Hanım’ın dudaklarından çıkacak kelimeye bağlıymış gibi titreye titreye ellerimi uzatıyor, boynumu büküyordum.
İhtiyar kadın, gözlerini ocağa dikmiş, düşünüyordu. Ağır ağır başını salladı:
– Fena olmaz. Yarın muhtarla konuşalım. O “peki” derse babasını da razı ederiz. İyi olur, dedi.
Ben, ömrümde bu kadar güzel bir ümit sözü işittiğimi bilmiyorum. Cevap vermeden Munise’yi göğsüme çektim. Çocuk, ellerimi öperek: “Anacığım, anacığım!” diye ağlamaya başladı.
Ben bu satırları yazarken, Munise, yatağımda, sarı saçlarında ocağın mesut kızıllığı titreyerek uyuyor. Ara sıra derin derin içini çekiyor ve dolu dolu öksürüyor.
Reşat Nuri GÜNTEKİN, Çalıkuşu, 1978 (Kısaltılmıştır.)
Comments (0)
To leave or reply to comments, please download free Podbean or
No Comments
To leave or reply to comments,
please download free Podbean App.