Mehmet Akif Ersoy
Türkiye Büyük Millet Meclisi 1920 yılında bir karar aldı. Bu kararla milletin bağımsızlık aşkını ve ruhunu dile getirecek bir istiklal marşı yazılması isteniyordu. Kazanana 500 lira ödül verilecekti. Yarışmaya 724 şiir gönderilmişti. Fakat Türk milletinin istiklal ruhunu tam anlamıyla anlatan bir şiir bulunamamıştı. Ünlü şair Mehmet Akif Ersoy para ödülü verildiği için yarışmaya katılmak istememişti.
Çünkü ona göre parayla millî marş yazılamazdı. Milli Eğitim Bakanı’nın ısrarı üzerine Mehmet Akif Ersoy şiirini yazıp gönderdi. Onun şiiri, Meclis’teki oylamada oy birliğiyle İstiklal Marşı olarak kabul edildi. 500 liralık para ödülünü vermeye geldiklerinde Mehmet Akif: “Bu para benim hakkım değildir.” dedi. Fakat ona bu parayı vermek zorunda olduklarını söylediler. O da bu parayı alıp bir hayır kurumuna bağışladı. Mehmet Akif, İstiklal Marşı’nı millete ait gördüğü için “Safahat” adlı şiir kitabına da koymadı. Mehmet Akif Ersoy sadece İstiklal Marşı’nın şairi değildi. O, her yönüyle örnek alınabilecek bir kişiydi. Genç yaşta babasını kaybetmişti. Siyasal bilgiler okuluna kaydolmuştu. Fakat ailesinin geçimini sağlaması gerekiyordu. Bu yüzden çabuk iş bulabileceği veterinerlik okuluna kaydoldu. Mithat Cemal Kuntay, Akif’le ilgili çok düşündürücü bir olayı anlatıyor:
Bu okuldayken sınıf arkadaşı Hasan Efendi’yle çok yakın dosttu. Birbirlerine söz verdiler. İleride çoluk çocuk
sahibi olurlarsa ölenin çocuklarına kalan bakacaktı. Kendi kendime düşünüyordum. Okuldayken insanlar kahramandırlar fakat yaş ilerleyip de insan hayata karışınca...
Aradan yıllar geçti. Akif, bir haksızlığa dayanamayıp memurluktan istifa etmişti. Beylerbeyi’ndeki evinde her cuma kitap okuyorduk. Bir cuma günü Akif’in evinde sekiz çocuk buldum. Evin beş çocuğuna katılan bu üç çocuğun komşudan gelen küçük misafirler olduğunu zannettim.
Fakat her cuma sofada aynı kıyamet kopuyordu. Akif de buna katlanıyordu. Bir cuma, Akif’e sordum:
– Kim bu yavrular?
Akif cevap vermedi. Odaya girince bu misafir çocukların hâlini hatırını sordum. Akif’in yüzü değişti.
– Misafir çocukları değil benim çocuklarım, dedi.
Üç beş haftada üç çocuğu nasıl olurdu?
– Hasan Efendi öldü de...
Bu çocuklar, kim önce ölürse hayatta kalanın bakacağı çocuklardı. Akif, bu çocuklardan daha güzeldi:
“Okulda verdiği sözü hâlâ unutmayan bir çocuk.” Mehmet Akif’in verdiği söze bağlılığını bir başka örnekle yine Mithat Cemal Kuntay’dan dinleyelim:
Meşrutiyet’in ilk yıllarında (1908) bir cuma günü çok kar yağdı. O gün araba, tramvay, tren ve vapur çalışmadı. Çapa’daki evimize sütçü, ekmekçi gibi adamlar bile gelemediler. Öğleden sonra biz hâlâ ekmekçiyi beklerken kapı çalındı... Akif Bey gelmişti. Bıyığının yarısı donmuştu. Şaşırdım. Nasıl geldiğini merak ettim. Beylerbeyi’nden Beşiktaş’a nasılsa bir vapur çalışmıştı. Beşiktaş’tan Çapa’ya yürüyerek gelmişti. Bu kara, bu tipiye ve yolun uzunluğuna şaşırdıkça Akif de benim hayretime şaşırıyordu:
– Gelmemem için kar, tipi kâfi değil. Vefat etmem lazımdı. Çünkü geleceğim diye söz vermiştim.
Derleyen
Murat Cuma
Comments (0)
To leave or reply to comments, please download free Podbean or
No Comments
To leave or reply to comments,
please download free Podbean App.